Sessizlik

Hicran Erol

Bornova Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın 8 Mart 2019’da prömiyerini yaptığı Sessizlik oyununu izleme fırsatı buldum. Moira Buffini’nin yazdığı oyun BBŞT ana kadro ekibinde yer alan Gülin Özkan, Esra Tarhan, Jülide Kara, İbrahim Güngör, Hakan Taner Yıldırım, Hasan Gökhan Olcay, Ozan Gökmen ve Murat Niyazi Emre’nin oyunculuklarıyla; Onur Erdoğan rejisiyle sahneleniyor. Oyunun dekor tasarımı İlker Şahin’e, kostüm tasarımı Sevcan Yenihayat’a, müzikleri Sedat Utku Güçoğlu’na ait.

Henüz 14 yaşında Cumbria Lordu olan Silence’ın sürgüne gönderilen ve bir azizenin kızı olarak bilinen Fransız Prenses’i Ymma ile, İngiltere Kralı Ethelred tarafından zorla evlendirilmesiyle başlayan hikâye, aslında bizi tarih dolu bir yolculuğa çıkarıyor. Oyun boyunca dönemin toplumsal birtakım inançlarını, dini çatışmalarını ve tarihte yer alan birçok gerçek olayı gözlemlemek mümkün. Sahne plastiğine baktığımızda Paganlar, Vikingler dünyasını rejinin yaptığı bilinçli tercihlerle net bir şekilde görebiliyoruz. Gerek kostümlerde kullanılan çok renkli dokularla, gerek sahnedeki ana dekor olan mermer zemin üzerine projeksiyon ile yansıtılan motiflerle ve tahta görünümü verilmiş yatak, kağnı araba gibi dekorlarla o dünyanın dokusu iyi bir şekilde yansıtılmış.

Oyundaki müzik, büyük oranda az enstrümanlı sözsüz melodiler içermekte. Bu sözsüz ve genelde kadın vokallerin verdiği melodiler, gong sesleri ve bazı vurmalı çalgılarla desteklenince Orta Çağ havasını iletmekte de başarılı bir göreve sahip olmuş.

Oyun genel anlamda iki kısımdan oluşuyor denilebilir: Kralın içinde bulunduğu, kapalı bir alanda geçen saray sahneleri ve yolculuk sahneleri. Yolculuk sahnelerinde oyunda kar efekti vermesi için kullanılan makine görüntü anlamında oldukça hoş bir sahne yaratırken makinenin motorunun çıkardığı ses, hem oyuncuların sesini hem arkada çalan müziğin sesini bastırınca üçüncü sırada oturan bir seyirci olarak benim dikkatimi bir hayli dağıttı. Yerine alternatif bir şey var mıdır bilemiyorum tabii sadece kişisel bir gözlem benimki.

Oyun, seyirciyi toplumsal cinsiyet ve cinsel kimlik kavramları hakkında yer yer düşündürüyor ve dönemindeki kabul gören görüşleri hakkında birtakım içsel sorgulamalara yönlendiriyor. Orta Çağ karanlığından oyunun geçtiği 1000’li yıllara kadar bu kavramların nasıl eril gücün baskın olduğu bir hâle geldiğini ana karakter Silence üzerinden gözlemek mümkün. Silence aslında 14 yaşında genç bir kadın olmasına rağmen kendisine annesi tarafından erkek olduğu söylenmiş ve bu yaşına kadar bu şekilde yetiştirilmiştir. Ymma ile evlendiği geceye kadar kendini güçlü ve sahip olanın her zaman erkek olarak görüldüğü eril egemen topluma o kadar kaptırmıştır ki genç bir kadın olduğundan haberi yoktur. Bu kısımda Silence karakterine hayat veren Gülin Özkan’ın hakkını yememek lazım.

Silence oyun boyunca içinde bulunduğu ironik durumda bizi düşündürmekle kalmıyor aynı zamanda içinde bulunduğu toplumsal şartlar gereği yaşadığı ekstrem duruma verdiği doğal tepkilerle oldukça güldürüyor. Gerdek gecesinde Ymma karakteri ile birbirlerini her zaman koruyacaklarına dair söz veriyorlar. Özellikle Silence’ın genç bir kadın olduğu gerçeği ile ilgili oyunda daha birçok yerde -yolculuk sahnelerinde vb.- sessizliğin her şeyi saklayacağı ve koruyacağı ile ilgili replikler geçiyor. Moira Buffini’nin ana karaktere “silence” (İngilizce sessizlik) ismini vermesi oyunun üzerine kurulmuş olduğu sessizlik metaforundan geldiği epey açık.

Oyunculuk kısmına gelinecek olursa, oyunla ilgili izlerken nedense tam olarak o dünyaya girdiğimi ve deyim yerindeyse “oyunun beni aldığını” söyleyemeyeceğim. Bunun da oyunculuklardan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Dramaturijik açıdan ve tarihsel açıdan epey besleyici bir oyun ama seyircinin bu anlamda etkilenmesini sağlayacak en büyük rolün de oyunculara düştüğü kanaatindeyim. Yaklaşık 7-8 senedir Bornova Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın oyunlarına giderim bir ana kadrosu ve akabinde bir kursiyer kadrosu vardır. Sessizlik bir ana kadro oyunudur aynı ekip her sezon farklı oyunlarda farklı karakterlere hayat verir. Bu farklılığı izlemek ise benim için her zaman çok keyifli olmuştur. Ama bu oyun üzerinde şunu söyleyebilirim ki oyunculara az çok aşina olduğumdan hikâyeyi seyirciye geçirmede zayıf kaldıklarını düşünüyorum. Tek tek bakıldığında çok etkilendiğim performanslar izlediğimi hatırlıyorum. Kral Ethelred karakterine hayat veren İbrahim Güngör ve Silence karakteri ile Gülin Özkan… Ama tüm oyuna genel anlamda baktığımda oyunun hissettirdiği şu oldu; bazen sahnede replikler havada gezer ve söylenenlerin oldukça lafta kalındığı, repliğin altının iç motivasyon anlamında doldurulmadığı anlar vardır ya hani… “Seyirci düştü.” denir genelde bu durumlarda. Bu durum, tüm oyuna ağır çekim hâlinde hakimdi. Oldukça dramatik veya tadı biraz daha çıkartılabilecek sahneler epey yüzeysel geçilmiş, önemli durum ve kırılma noktaları karakterler tarafından çok çabuk kabullenilmiş gibi geldi. Birçok ölüm, çarpışma, karşılaşma ve itiraf sahnesi sonucunda o sahnenin getirmiş olduğu duygusal zorunlulukları karakterler bazında göremedik. Belki reji tarafından yapılan bilinçli bir tercihtir belki de oyunun uzun zamandır oynanıyor olmasının getirdiği bir düşüş hâlidir bilemeyeceğim ama bir seyirci olarak gözüm bu geçişleri aradı diyebilirim. Öteki türlü oyun, zaten anlamak ve anlatmak anlamında oldukça cesaretli bir seçim olmuş. Sadece hikâyeyi göstererek yaklaşık 2 perdelik bir oyunda nabzı her an diri tutmak pek mümkün olmayabiliyor. Ama genel anlamda baktığımda zevkle izlediğim sahneler de vardı oyunda ve toplumsal cinsiyet, Orta Çağ kadınının toplumda kabul görülüş hâli üzerinden birçok şeyi sorguladığım keyifli bir akşam oldu.