Bir Sanat Okulu: Kocaeli Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü

Havaların ısınmasını iyiden iyiye hissettiğimiz şu günlerde, yazla özdeşleşen sınavlar da yaklaşıyor. Kendini, gelecekte sahnenin bir parçası olarak görmeyi hayal eden gençlerin ve genç kalanların sorularına yanıt bulmak üzere Sahne Sanatları alanında disiplinlerarası olma özelliğiyle ön plana çıkan Kocaeli Üniversitesinin Sahne Sanatları Bölümü Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı Öğretim Üyesi ve aynı zamanda Bölüm Başkanı Prof. Dr. Sema Göktaş, Sahne Tasarımı Ana Sanat Dalı Başkanı Doç. Dr. Süreyya Temel ve Oyunculuk Ana Sanat Dalı Başkanı Sinan Taşkan ile faydalı ve keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.

Sahne Sanatları Bölüm Başkanı ve Dramatik Yazarlık Öğretim Üyesi: Prof. Dr. Sema Göktaş

Kendinizden bahseder misiniz?

2001’den beri Kocaeli’ndeyim. 2004’te Kocaeli Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü’nü kurduk. 2006’da da ilk öğrencilerimizi alarak bölümü faaliyete geçirdik. O zamandan beri yoğunlukla buradaki sahne sanatları bölümü için çalışıyorum. Lisansım oyun yazarlığı alanında. Aslında üretimim de oyun yazarlığı alanında ama son yıllarda rejiyle de ilgileniyorum. Tiyatro lisansına yönelmeden önce de eczacılık fakültesini bitirdim. Bunun benim zihnimi beslediğine inanıyorum. Şu anki faaliyet alanım bu şekilde.

Tiyatroya nasıl başladınız? Karar verme süreci nasıl oldu?

Tiyatroya değil de aslında yazarlığa başladım. Yazarlık tercihinin bağlamı tiyatro yazarlığıydı. Yani tiyatro bazlı eğitim veren bir yazarlık programı yoluyla tiyatroya başladım. Oyunlarımın öğrenciyken sahnelenmeye başlanması tiyatroya ruhen başlamamı sağladı. Dolayısıyla yetişmekte olan bir oyun yazarı için aslında bütün oyun yazarları için oyunlarını sahnede görmek çok gurur verici. Çok baskın, muhakkak yaşanması gereken bir deneyim.

Kocaeli Üniversitesi Sahne Sanatları Bölüm Başkanı olarak bölümün çalışmalarından bahseder misiniz?

Burada 3 tane programımız var. Dramatik Yazarlık, Oyunculuk ve Sahne Tasarımı. Bölümümüz içinde bulunduğumuz yılla birlikte 15. yılını tamamladı. Bir de yüksek lisans programımız var. O da 7. kuşağı alacak. 2013’te faaliyete geçmişti. Bölümüze bağlı programlar, hem birlikte kolektif üretim yapan ve bu kolektif üretimin etrafında şekillenmiş akademik çalışmalar, bir akademik etik olarak kolektif çalışma ruhu oluşturmaya, pekiştirmeye yönelik eğitim verme vizyonuna sahip. Çünkü tiyatro, bildiğiniz gibi tek başına bir sanat dalı değil. Artık yazarın bile tekil çalıştığını düşünmüyorum. Dolayısıyla kolektif çalışma bilinci ve disiplini işin kalitesi açısından çok önemli. Ortaya konulan oyuna emek veren herhangi bir dinamikte bir aksama olduğunda bu doğrudan işin kalitesini etkiliyor. Yani işin tek bir öznesi yok. Her zaman bu bilinci işlemeye bunu güçlendirmeye gayret ettik. Bölümümüzün bir karakteristiği burada aynı zamanda bir yazarlık eğitiminin veriliyor oluşu. Bu da bizi yerel olandan beslenmeye ve yerel olanla çok fazla ilgilenmeye yöneltiyor. Böyle bir vizyon oluşturmaya gayret ediyoruz. Bölümümüzün ayırıcı özellikleri bunlar diyebiliriz.

Her yıl ikinci, üçüncü ve dördüncü sınıflarla 3 uzun oyun sahneliyoruz. Ortalama 6’şar temsilden az olmamak kaydıyla okul içinde ve okul dışında, bazen festivallerde okul buluşmalarında sahneleniyorlar. Bunun dışında reji derslerimizde tamamen öğrenci projesi olarak öğretim elemanlarının danışmanlığında sahnelenen kısa oyunlarımız var. Bu kısa oyunları dramatik yazarlık öğrencileri yazıyor ve sahneleme dersi üzerinden oyunculuk ve yazarlık alanından gelen öğrenciler, seçtikleri oyunları projelendiriyorlar. Öğretim elemanlarının danışmanlığıyla sahneliyorlar. Sahnelenen oyunları da 27 Mart sürecinde iki gün boyunca sergiliyoruz. Her oyunun arkasından seyirciye açık söyleşiler gerçekleştiriyoruz. Bu da hem seyirci, hem öğrenciler, hem bölüm öğretim elemanları için yoğun bir öğrenme süreci ortaya koyuyor. 27 Martları bir bakıma öğrencilere emanet etmiş oluyoruz. Bu işleyiş 27 Mart ruhunu bölümümüzde canlı tutuyor. Öğrenciler, ekstra bir sorumluluk yüklenmiş oluyorlar. Kendileri bir tür rekabet duygusuyla, yüksek motivasyonla çalışıyorlar. Geri bildirim doğrultusunda söylüyorum ki ortaya çıkan ürünlerden mutlu herkes.

Daha iyisi olsun diye çalışıyoruz tabii ki. Kimse ‘‘Evet, tamam.’’ demiyor. Herkes daha iyisi olsun diye çalışıyor. Tabii ki eksiklerimizin farkındayız. Rekabetin çok yüksek olduğu Marmara bölgesinde olmanın getirdiği hem avantajlarımız hem dezavantajlarımız var. Öğrencilerimiz daha okuldayken sektörle temas edebiliyorlar.  Yalnız okulla bağı kurmakta, o dengeyi korumakta öğrencinin çok efor harcaması gerekiyor. Bir açıdan erkenden bu sektörle temas aslında büyük avantaj çünkü daha sonra kurmak için bir zaman harcaması gerekecek. Bu konuda da bir disiplin oturttuğumuzu söyleyebilirim.

Bunun dışında bir Oyun Yazarlığı Sempozyumu’muz var. Bunu 2 kez düzenledik. Üçüncüsünü planlıyoruz. Üçüncüsünün uluslararası olması için çalışıyoruz ama şu ekonomik koşullarda bunu şu zaman yaparız demek güç ama mümkün olan en kısa zamanda yapmayı planlıyoruz. Çünkü bizimle özdeşleşti bir bakıma. İlk Kocaeli Üniversitesi Sahne Sanatları yaptı bu Oyun Yazarlığı Sempozyumu’nu. Kitabını basamadık ama ikincisinin bildirisini 2 özel sayı şeklinde fakülte dergimizde yayımladık.

Bir de şimdi 13 yaşına giren bir dergimiz var Yeni Tiyatro dergisi. Yeni Tiyatro’nun doğduğu yer Kocaeli Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü. Aslında Yeni Tiyatro, aylık yayımlanan ulusal ve profesyonel bir dergi. Bu gurur verici bir şey.  Ağırlıklı olarak aktüel ama akademik yayınlara da yer verebilen bir dergi. İlk yazar kadroları, sonra yetiştirdiği yazarlar ve eleştirmenlere bakıldığında sahne sanatları bölümüyle  organik bağını hep korumuş bir dergi. Bu da hep övündüğümüz bir özellik.

Bizim için de bir avantaj. Çünkü bölümün yüksek lisans öğrencisi olarak mezun olana kadar en az bir makale yayımlama zorunluluğumuz var. Dolayısıyla Yeni Tiyatro sayesinde makalemizi yayımlama olanağımız oluyor.

Evet yüksek lisans programımızın da hem beslediği hem beslendiği bir platform Yeni Tiyatro. Onunla paralel olarak Yeni Tiyatro Ödülleri var. O ödüllerde de öğrencilerimizle profesyonellerle temas platformu açabiliyoruz.

Aslında öğrenciler okurken çalışma hayatına dair deneyimler kazanmaya başladığı okullardan biri diyebiliriz.

Evet bulunduğumuz bölge itibariyle bu bölgenin avantajını yüksek verimde değerlendirebilen bir bölümüz. Düşündüğümüz zaman dergisi olan, aynı zamanda ulusal bir ödül organizasyonuna ciddi katkı veren, oyun yazarlığı sempozyumu düzenleyen, disiplinlerarası vizyonla yüksek lisans programı yürüten bir bölüm olmak bizim ayırıcı özelliklerimiz. Kısıtlı imkanlara rağmen, genç bir bölüm olarak bunu başarmış olmak önemli. Tabii gelecekte daha iyiye yürüyeceğiz.

Disiplinlerarası ve çok programlı olması bence önemli bir özelliği.

Evet doğru söylüyorsun. Mesela çıktığın zaman bakıyorsun tasarımcılar nasıl çalışıyor? Oyuncular, yazarlar birbirlerine ve tasarımcılara bakıyorlar. Sahne de hemen önünüzde. İster istemez bir etkileşim yaratıyor. Bütün disiplinlerin burun buruna çalışıyor olması herkesi farkında olmadan birbirinden haberdar ediyor ve tiyatronun üretim süreci konusunda doğal bir bilgilenme doğal bir eğitim gerçekleşiyor. Farkında olmadan o sizin vizyonunuzu da zenginleştiriyor. Bu da çok programlı bir sahne sanatları bölümü olmanın avantajı.

Öğrencilere kazandırmayı amaçladığınız temel özellikler nelerdir?

Öncelikle çalışma disiplini. Çünkü biliyoruz ki biz buraya yetenek sınavıyla öğrenci alıyoruz ama yetenek gerçekten eğitimin temel dinamiği değil. Yetenek çok önemli ama o yeteneği geliştirme bu bağlamda çalışma disiplini sahip olması, motivasyonu yüksek olması ve daima yüksek tutabilmesi çok önemli. Öncelikle bu bilinci kazandırmayı amaçlıyoruz. Çalışmayı önceliyoruz burada. Kolektif çalışma bilincinin, etiğinin canlı tutulması, kimsenin kimsenin önüne geçmemesini önemsiyoruz. Ortak yaptığımız bir iş var ve bu işe katkı verdiğimiz sürece iletişimimizin sağlıklı olması gerekiyor. Birçok insanın doğru zamanlamayla hareket etmesi gerekiyor. Hem sahne üzerinde hem sahne arkasında. Bunu yapmak için de orada sağlıklı iletişim düzeni olması gerekiyor. Bu hep üzerinde durduğumuz her zaman aşılamaya çalıştığımız bir bilinç. Zaten uygulama süreci bizi doğruluyor.

Bir de yaratma cesareti, bir işe girme cesareti, girişimci olma cesaretini aşılamaya çalışıyoruz. Yapabilirsini aşılamaya çalışıyoruz. Gerçekten de yapabiliyor. Yani ne kadar iyi ortaya koyarsan koy, ne yaparsan yap ki beklediğin sürece aslında yaptığın çok önemli olmuyor. Kaybolma ihtimali de var. Kaybolup gidebilirsin de. Ama işine sahip çıkarsan ve didinmekten korkmazsan yanılmış olmaktan korkmazsan yeniden deneme cesaretine sahipsen, küllerinden yeniden doğabilme iradesini gösterebilirsen ki neden gösteremeyesin, bunu başaranlardan senin ne eksiğin var bilincini destekleyerek, kışkırtarak öğrencilerimizi sürekli yüreklendirerek onların özgüvenlerini pekiştirdiğimizi düşünüyorum. Böyle gerçekten. Hayat bizi doğruluyor. Bu da çok önemsediğimiz bir şey.

Eğitim paketimizin güncel, sağlıklı öğrencinin özümseyebileceği beklentilerini karşılayabileceği bir eğitim paketi olmasının yanında bu vizyonu da öğrenciyi eğitim süresince kazandırmayı hedeflediğimiz bir yönelişimiz var bölümümüzde.

Yetenek sınavları nasıl gerçekleşiyor? Giriş sınavlarında göz önünde bulundurduğunuz şeyler nelerdir?

Yetenek sınavlarımız birkaç yıl önce yaz başındaydı. Şimdi deneyimlerimiz sonunda yaz sonuna almaya karar verdik. Önce sistem üzerinden online ön kayıtlar gerçekleşiyor. Kabul puanımız 200 şu anda. Puanı biraz geriye çektik. Bunu birkaç yıl deneyimleyip ondan sonra belli bir seyre oturtmak niyetindeyiz.  Oyunculuk öğrencilerimiz için 24 yaş sınırımız var. Bunun dışında diğer programlarımızda herhangi özel bir nitelik aramıyoruz. Ayrıca oyunculuk adayları programa kabul edildiklerinde oyunculuk eğitimlerine engel bir sağlık sorunları olmadığını gösterir bir rapor getiriyorlar. Her programın kontenjanı 10 kişi. Yetenek sınavlarımızı 1. Aşamada her alana özel sınavlarla gerçekleştiriyoruz. 1. Aşamayı geçen öğrenciler 2. Aşamada mülakat sınavına alınıyorlar. Mülakat sınavında onların başvurdukları bölümle ilgili şu ana kadar ne biriktirdiklerine bakıyoruz. Niçin bu bölüme gelmişler? Motivasyonları nedir? Bunun sonucunda bölüm hocalarından oluşan jüri değerlendirmelerini yapıyor. Oturup birlikte hangi adayın o anda hazır olduğuna karar veriyoruz. Yani sen yeterlisin sen yetersizsin şeklinde bir sınav değil bu. Çünkü değişken bir havuza dahil oluyor aday ve o anda o performansı gösteremeyebilir, o anda hazır olmayabilir. O anki hazırlığı nedir bunun üzerinden değerlendiriyoruz. Aslında göreceli bir değerlendirme yapılıyor. Buna göre de şimdi hazır değilsin belki ama seneye gel anlamına gelmeli bu. Şimdi hazır olanları alıyoruz biz. Böyle düşünmeliyiz.

Çok önemli bir söz söylediniz. Çünkü genelde yetenek sınavını geçemeyen adayların kendilerinin yetenekli olup olmadıklarını sorgulayabilirler. Hazır değilim sözü belki daha doğru.

Evet. Sen ondan daha iyi hazırlanmışsın. Daha soğukkanlısın, daha iyi kontrol edebildin süreci ve daha iyi bir sınav verebildin. Ama bu demek değil ki diğeri için sen yeteneksizsin. Çalışabilirsin yani buraya gelme cesaretini gösterdin. 1 yıl var. Çalış. Daha iyi performans gösterebilirsin. Seneye seninle tekrar görüşelim. Demek aslında. Yeteneksizlik değil yani bu. Motivasyon çok önemli.

Okuldan sonraki çalışma hayatına dair neler söylemek istersiniz? Öğrenciler hangi alanlarda çalışabilirler? Hangi alanlarda kendilerini ifade edebilirler?

Yazarlık öğrencilerimizi genellikle reklam sektöre alıyor. Bundan çok hoşnut olmamakla beraber yaygın olarak böyle olduğunu söyleyebilirim. Bunun dışında mezunlarımız yayınevlerine girebiliyorlar. Özel tiyatro kuranlar var. Profesyonel yazar olarak çalışanlar var. Ama onlar aynı zamanda reklamda veya diğer sektörlerde hayatını sürdürecek parayı da kazanıyorlar. Televizyonlarda çalışanlar var. Dizi sektörlerinde senaryo gruplarına dahil olarak proje geliştirerek çalışanlar var. Bulunduğumuz bölge bu bakımından bize avantaj yaratıyor. Kurumsal tiyatrolara giren öğrencilerimiz var. Özel tiyatrolarda çalışan oyunculuk öğrencilerimiz var. Yine sektörde bağımsız veya dizlerde çalışanla, reklamlarda çalışanlar var. Alternatif tiyatrolarda görüyoruz bazılarını. Oyunculuk öğrencilerimiz böyle.

İş bulmak açısından belki de en şanslı diyebileceğimiz öğrencilerimiz tasarım öğrencilerimiz. Bu aslında eğitim açısından bir dezavantaj çünkü onlar öyle iş teklifleri alıyorlar ki eğitimi aksatabiliyorlar. Mesela 2. sınıfın sonunda çocuk gidiyor sektöre. Tam zamanlı çalışıyorlar yaptıkları iş gereği. Çok iyi paralar kazandıkları için de o çocukların okula geri gelmesi zaman alabiliyor. Yine geliyorlar ama bir şekilde. Okulla bağları kopmuyor. Ama biraz uzuyor. 4 yılda bitecekse 6 yılda bitiyor. Bunu en çok sahne tasarımında yaşıyoruz çünkü çok azlar. Sahne tasarımı okulları çok az. Biz de tasarımın her alanında eğitim veriyoruz ışıktan tut dekor, kostüm gibi. Her işin realizasyonunu burada görerek 2.sınıftan bile olsa piyasanın ihtiyaçlarına karşılık vermeyi bir şekilde öğrenmiş elemanlar olarak aranan, istenen insanlar oluyorlar. Çabuk iş buluyorlar. Böyle bir durumumuz var. Yaptıkları iş görünür olduğu için isimli işler yaptıkları için takibini böyle yapabiliyoruz.

Son olarak yazarlık alanında ilerlemek isteyenlere neler söylemek istersiniz? Nasıl bir yol izlemelerini önerirsiniz?

Yazarlık çok meşakkatli bir yol. Gerçekten tam bir iç disiplinle yılmadan devam etmeli. çünkü yılmak, bezmek, bıkmak süreci sekteye uğratabilecek engeller. Bunlardan uzak durmaya çalışarak kendimize olan inancımızı, içimizde bir yazar olduğuna olan inancımızı koruyarak ve o yazarla iletişimimizi sürdürerek, belki şimdi yazmıyordur oturuyordur orada ama onun içimizde olduğunun bilincinde olarak hareket etmeliyiz. Yani toplumun bize giydirdiği mesleki kalıplar, bizi içimizdeki yazardan uzak düşürmemeli bunun bilinciyle hareket edersek motivasyonumuzu yüksek tutabiliriz. Bu hep önerilen bir yol belki başarılabilir belki başarılamaz ama başardığında çok işe yarayacağını düşünüyorum. Hayatımızda her gün düzenli yazmaya yarım saat, 1 saat, uzun ya da kısa zaman ayırırsak ciddi yol alınabilir diye düşünüyorum. Çünkü yazarlık deyince söylenebilecek en önemli şey disiplin. Yazma disiplini ve çalışma disiplini. Yazdıklarımız muhakkak kendisine yol açacaktır. Önemli olan çalışmak ve üretmek.

Sahne Tasarımı Ana Sanat Dalı Başkanı: Doç. Dr. Süreyya Temel

Kendinizden bahseder misiniz?

Ben Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Bölümü Sahne Tasarımı Ana Sanat Dalı Başkanı Doç. Süreyya Temel. Eğitim hayatım 1995 Atatürk Üniversitesinde başladı. Yüksek lisansım Atatürk Üniversitesinde, doktoram Mimar Sinan Üniversitesinde. 2011’de Yardımcı Doçent, 2014 Doçent oldum. 2017’de Kocaeli Üniversitesine geçtim.

Tiyatroya nasıl başladınız? Karar verme süreci nasıl oldu?

Tiyatroya tesadüfen denk geldim. 95’te sınav duyurusunu gördüm ve sınava girdim. Tiyatroyla öyle tanıştım. Daha öncesi amatördü. Sonrasında yarı profesyonel, profesyonel, öğrencilik hayatı ve akademik hayatım başladı. Tiyatroyla böylelikle tanışmış oldum. Yalnız bana ait bir şey olduğunu o zaman hissettim. Önceden bilmiyordum. Sınava girdiğimde alanı çok fazla tanımıyordum. Zaten tanınan bir alan değildi 95’lerde. Sadece Türkiye’de 3 tane okul var. Mimar Sinan, Dokuz Eylül ve Atatürk. Atatürk de yeni kurulmuştu. Biz 3. öğrenciydik. Yani biz girdiğimizde 4. Sınıf yoktu. Dolayısıyla böylelikle merhaba demiş oldum.

Kocaeli Üniversitesi Sahne Tasarımı Ana Sanat Dalı Başkanı olarak bölümün çalışmalarından bahseder misiniz?

Bizde 3 ana sanat dalı var. Dramatik Yazarlık, Oyunculuk ve Sahne Tasarımı. Kendi içimizde bir bölüm kadar fazla dersimiz hocamız ve işleyişimiz var. Sahne tasarımı olarak bir oyunun sahnede var olabilmesi için sahnede gerekli olan her türlü plastiğin estetik anlamda oluşmasından sorumluyuz. Dekordan kostüme tut da ışıktan aksesuara aklına gelebilecek, sahnede her türlü görünen görünmeyen buna ses ve ışığı da dahil ediyorum her türlü şeyden sorumluyuz biz. Açıkçası eğitimimiz daha çok plastikle ilgili. 3 ana sanat dalını birlikte yürütebildiğimiz bir eğitim diyelim.

Benim önemsediğim şey: Kavramsal düşünebilen, sorgulayabilen, analitik düşünebilen bir öğrenci. Dolayısıyla 1.sınıfta aldığımız öğrenciyi 4.sınıfa kadar bir konuyu işleme yöntemlerini geliştirmeye çalışıyoruz. Çünkü herkesin fikri var. Herkes bir fikir üzerine konuşabilir yorum yapabilir ancak bu fikri nasıl ilerletebilir, nasıl yorumlayabilir? Rafine süreci, geliştirme süreci, çizimi 3 boyutlu hale getirmesi, bizim için önemli olan şeyler. Yani biz 4.sınıfa öğrenciyi getirdiğimizde eğer bir konuyu ele alma yöntemini biliyorsa bizim için o öğrenci tamamdır. Biz görevimizi yapmış sayıyoruz.

Öğrencilere kazandırmayı amaçladığınız temel özellikler nelerdir?

Benim için birinci kural şu: Ne iş yaptığı değil kimin yaptığı önemli. Yani ne iş yaparsa yapsın. Eğer bu saydığım vasıfları yükleyebildiğim öğrenci yapıyorsa sorun değil. Yani bir konuyu herhangi bir nesneyi ele alabiliyorsa -bu tiyatro olur, bir fikir olur, bir kavram olur hiç fark etmez- ele alma yöntemini kavradıysa her şeyde başarılı olacaktır. İkincisi bu yaptığımız işte disiplin kazandırmaya çalışıyoruz. Daha doğrusu sanatın bütün kollarında disiplin olmak zorunda. Disiplinsiz hiçbir şey olmaz. Herhangi bir projeyi çalışıyorsa bu projeyi her gün çalışmak zorunda. Üzerine her gün tuğla koymak zorunda. Aksi halde son haftaya sona kaldığı zaman -oyun da böyledir- hem çıkması zor olur hem sıkışır. Dolayısıyla istediği performansı yakalayamaz.

Yetenek sınavları nasıl gerçekleşiyor? Giriş sınavlarında göz önünde bulundurduğunuz şeyler nelerdir?

Yetenek sınavları birkaç aşamadan oluşuyor. Öncelikle tüm plastik sanatların yaptığı bir baraj sınavımız var. O plastik sanatlar barajını geçen çocuklar, havuzdan düşenler bize geliyor. Biz sonra iki aşamalı bir sınav daha yapıyoruz. Bu sınavımızın birinde boyama ve 3 boyut üzerine bir modelleme sınavı yapabiliriz. 3.aşamada mülakat tarzı bir sınav yapıyoruz. Adayı aslında çaktırmadan tartıyoruz. Sanatla ilgisini, daha önceki backgroundunu, almış olduğu eğitimi, plastik sanatlara, sahne sanatlarına, güzel sanatlara olan duyarlılığıyla ilgili farkındalık yaratmış mı bakıyoruz. Hayatında düşünceleri nedir? Bilerek mi gelmiş? Tesadüfen mi gelmiş? Bunları tartmaya çalışıyoruz. Aslında aday farkında olmadan sohbet şeklinde geçiyor. Adayı burada diğer sınavlarıyla beraber bir yere koymuş oluyoruz ve bir sıralama yapıyoruz.

Peki aday sınava girdiğinde değerlendirme nasıl yapılıyor? Adayın sahne tasarımı eğitimi alabileceğine dair karar verme süreci nasıl oluyor?

Sanat çevresinde kullanılan bir deyim vardır. Kumaşı iyi, hamuru iyi diye kullanılır. Eğer kumaşı iyiyse bir adayın yani plastik yeterliliği varsa 3 boyutu biliyorsa, çizebiliyorsa birinci aşama bu. Bundan geçebiliyorsa eğer algısı açıksa yaş ağaç gibi biz onu istediğimiz gibi şekillendirebiliriz ve ilerleme sağlayabilir. Ön koşul bu yani. Sahne sanatlarıyla ilgili bir eğitim almak istiyorsa plastiği kuvvetli olmak zorunda. Plastiği zayıfsa çok zor oluyor çünkü algılar kapalı oluyor. Yani plastik zeka denen bir şey var. Ben buna inanıyorum. Güzel sanatlarda okuyan çocukların plastik zekası kuvvetli olmak zorunda.

Okuldan sonraki çalışma hayatına dair neler söylemek istersiniz? Öğrenciler hangi alanlarda çalışabilirler? Hangi alanlarda kendilerini ifade edebilirler?

Bu uzun yıllardır süregelen bir sorun. Tiyatrodan mezun olan çocukların istihdam alanları çok fazla değil. İş yelpazesi çok dar. Ya devlet tiyatrosuna gidecek ya şehir tiyatrosuna gidecek ya da televizyon sektöründe çalışacak. Bunlarda da yer bulmak çok kolay olmuyor. Özellikle tasarımcılar için söylüyorum. Bununla ilgili diğer üniversitelerden arkadaşlarımla çok fazla tartışmalar yaptık. Bu çocukları biz buraya alıyoruz ancak bunların istihdamı konusunda çok bir şey yapmıyoruz. Biz şu değiliz: Alalım yetiştirelim, ne olursa olsun değil; biz bu çocukların mezun olduktan sonra istihdam durumuyla da ilgilenmek zorundayız. Çünkü bunu biz yapmazsak hiçkimse yapamaz. O çocukları biz tanıyoruz. Dolayısıyla sektörle ilgili araştırma yaptığım zaman bizden mezun olan çocukların aynı zamanda iyi bir bilgisayar tekniği bilmesi gerekiyor. Sketch-Up, AutoCad ve bilebiliyorsa diğer 3 boyut çizim programlarını bilmesi gerekiyor. Dolayısıyla mezun olduktan sonra en azından bir proje ekibinde yer alabilir, televizyon sektörü de olabilir, başka bir sektör de olabilir. Proje sunumları için projeyi gerçekleştirebilmek için bir sanal ortam yaratıyorsun. Bu ortamı yaratmada bu saydığım etmenler çok önemli. Yani bu donanımları bilgisayar üzerinden kazandırmaya çalışıyoruz. En azından öğrencimiz mezun olduğu zaman o özgüven kaybını ortadan kaldırsın. Bu çok önemli bir sorun. Bizim çocuklar 4. Sınıfa geldikleri zaman bir özgüven kaybı oluyor. Bunu ortadan kaldırma adına derslerimizi de güncelliyoruz. Manuel çizimden yavaş yavaş bilgisayarlı eğitime geçiyoruz. Yani 3-5 senede geçtik. Bunun hepimizin sorunu olması gerekir. Bunu ilgili güzel sanatlar fakülteleri olarak zaman zaman bir araya toplanıp tartışmak zorundayız. Biz akademisyenler tartışıp çözüm bulmak zorundayız. Burada bir Hollywood yok. Amerika’daki, Kanada’daki yasalar burada yok. Çocuk mezun olduktan sonra Allah’a emanet. Yani ne olacak bilemiyoruz. Ondan sonra depresyonlar oluyor. Hatta hizmet sektörüne girip çalışan çocuklarımız var. Sanatçılar. Bu ayıp değil ama eğitim almış birisi nitelikli birisi kendi işinde çalışıp üretmesi en doğrusu.

İşleyiş bakımından dekor-kostüm tasarımı hatta ışık da var içinde, makyajla ilgili dersler de var. Bölümde bunlara özel bir yönlendirme yapıyor musunuz?

Mimar Sinan’da mesela ikinci sınıfta bir branşlaşma oluyor. Birisi kuklayı seçiyor, birisi kostüm, birisi dekoru. Ancak biz bunu yapmıyoruz. Biz eğitimimizi karma devam ettiriyoruz. Nitekim diploma çalışması geldiği zaman 4.sınıfta çocuk birini seçmek zorunda kalıyor. Ben de şunu tavsiye ediyorum: Şu ana kadarki çalışmalardan hangisine kendini yakın hissediyorsan dekor-kostüm fark etmez ona devam et. Yalnız şöyle bir ayrıcalık var bizde. Kızlar kostümü, erkekler dekoru seçiyor. Bu bir genellemedir. Arada istisnalar oluyor ama genelde böyle. Kendine hangisini yakın hissediyorsan onu seçmelisin. Çünkü bu senin yapacağın diplomadan önceki en son en güzel çalışma.  Bitirdikten sonra sana faydası olsun diye böyle yönlendirmeler yapıyorum. Dolayısıyla branşlaşma yok bizde. Bizden mezun olan çocuk ışık tasarımı yapabilir, kostüm tasarımı yapabilir, dekor tasarımı yapabilir. Diğerleri zaten bunların alt birimleri.

Son olarak sahne tasarımı alanında ilerlemek isteyenlere neler söylemek istersiniz? Nasıl bir yol izlemelerini önerirsiniz?

Öncelikle bir aday İngilizce bilmek zorunda. Eğer akademisyen olmak istiyorsa bir dil lazım. Sadece tasarım mezunu demeyeyim de üniversite mezunu olan birisi akademide kalmak istiyorsa bir dile hakim olmak zorunda. Çünkü literatürü tararken Türkçe tarıyorlar. Daha önce birçok öğrencime zaman zaman örnekler veriyorum. Bir ödev verdiğimizde Türkçe tarama yapıyor Google’da, bulamıyor. Türkçe tararsan bulamazsın çünkü internet Türkçe değil, İngilizce. Bu sorunlarla karşılaşıyoruz. İkincisi bir yaşam disiplini olmak zorunda. Eğer özellikle sanatla ilgileniyorsa bir disipline sahip olmak zorunda. Bu disiplin nedir? Kendi hocalarından gördüğünün kendi de üzerine katarak kendi karakterini sonraki nesle aktarabilmek. Yani bir karakter koymak zorunda. Daha önce aldığım asistanlarım hepsi karakterli çocuklardır. Bir işi verdiğin zaman arkana bakmana gerek yok. O alıp götürebiliyor mu? O işi bitirebiliyor mu? Benim için birinci kural bu. Eğer kadro açmak istiyorsam, ekip kurmak istiyorsam. Ve mızmızlanmayacak. Verdiğin işi yapacak. Ertesi gün geleceksin o iş bitmiş. Eğer arkana dönüp bakmanı gerektiren bir durum oluyorsa o iş ilerlemeyecektir hiçbir zaman. Dolayısıyla akademisyen olmak isteyenlere tavsiyem bu olur. Karakterli olmaları, dil bilmeleri. Eğer dışarıda çalışmak istiyorlarsa donanımlı olmak zorundalar. Bilgisayar kullanmak zorunda iyi plastiği olmak zorunda. İyi çizim yapacak. En önemli maddelerden biri sunum tekniği. Bir yerde bir iş aldığın zaman sana 20 dakika süre veriyorlar. 100 bin liralık bir iş aldın. 20 dakikan var. Ne kadar iyi sunabilirsen o işi o kadar kopartırsın. Biz burada aynı zamanda sunum teknikleriyle de ilgili bilgiler aktarıyoruz. Yani sunum yaptığı kitleye hitap edebilme hakim olabilme, board hazırlama bilgisayardan destekleme, projeksiyon kullanma gibi. Yeterli ve gerekli bilgi aktarma. Gereksiz her şeyden kaçınabilme gibi. Bu sunum tekniklerinin de çok faydalı olduğunu düşünüyorum.

Oyunculuk Ana Sanat Dalı Başkanı Öğretim Görevlisi: Sinan Taşkan

Kendinizden bahseder misiniz?

Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları Oyunculuk Ana Sanat Dalı 2001 mezunuyum. Mezun olur olmaz Bursa Devlet Tiyatrosu’nda 5 yıllık bir oyunculuk geçmişim oldu. O süreçte Bursa Devlet Tiyatrosu’nda genel sanat yönetmenliği yaptım. Daha sonra o zamanın revaçta dizilerinde oynadım. Kınalı Kar, Yanık Koza vb. Sonra 2005’te İstanbul Küçükçekmece Belediyesi Çocuk Tiyatrosu kurucu ekibindenim. 2 yıl orada görev yaparken aynı zamanda Smart Tv’de program müdürlüğü yaptım. Ardından 2005’te Kocaeli Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümüne Oyunculuk Ana Sanat Dalına atandım. 13 yıldır da Oyunculuk Ana Sanat Dalı Başkanı olarak görev yapıyorum.

Tiyatroya nasıl başladınız? Karar verme süreci nasıl oldu?

Çok garip bir şekilde başladım. Ben milli kayak sporcusuydum. 15 yaşlarındayken Erzurum’daydım. Babam emekli olunca Bursa’ya taşındılar. Bursa’ya taşınınca Bursa’da Nilüferspor vardı Devlet Su İşleri’ne bağlı. Ben de Devlet Su İşleri sporcusuyum aynı zamanda. Oraya gittiğimde Nilüferspor’da benim yaş grubumda bir takım olmadığı için kayak takımına giremedim. Tek aşkım kayaktı o zaman. O olmayınca benim psikolojim bir bozuldu. Abim sağ olsun dedi ki ‘‘Seni birisİyle tanıştıracağım.’’ ‘’Tamam’’ dedim. Rahmetli halamın hastanede ziyaretine gitmiştim. Halamı hastanede ziyaret ederken Cengiz Oba diye biri geldi içeriye. Hastane odasında balkona çıkardı beni. ‘‘Söylediklerimi söyle bakayım’’ dedi. ‘‘Tamam’’ dedim. ‘’Burnum böyle olsaydı, mösyö, mutlak dibinden kestirirdim!’’ dedi. Ben de “Ne diyor bu kendi kendine” dedim. O zamana kadar tiyatronun t’sinden haberim yok. Meğerse o Zeki abimin arkadaşı olan kişi, Bursa Bakış Gösteri Sanat Tiyatrosu’nun genel sanat yönetmeniymiş. Söz de Cyrano de Bergerac’ın Cyrano karakterinin bir tiradının başlangıcıymış. Söyleyince” “Yarın bu saatte buraya gel.”  dedi. Ertesi gün gittim. 10-15 kişilik grup ağızlarında kalemler bir şeyler çalışıyorlar. “Aa kakarakikiri ben burada biraz oyalanırım, kafam dağılır.” dedim. Sonra eğitimler sıkılaşmaya başladı. O da beni bir kastı. Öyleydi, böyleydi çocuk oyunları derken kasıntım tiyatrodan beni attı. O zamanlar Özdilek Çocuk Tiyatrosu birimini kurmuşlardı. Bir oyun vardı Dans Eden Eşek. Sesimin tokluğundan dolayı  göçebe rolüne ben çalışıyordum. Bunlar tiyatro kulübünü kurunca rol geldi. Mecbur çağırdılar. “Gelmem.” dedim. Ondan sonra abim girdi devreye. Aldı beni götürdü. Atıla çağrıla kovula böyle bir iki sezon geçirdik. 6 kere kovulup, 7 kere geldim. Süleyman Demirel gibiyim yani. Sonra dedim ki madem bu işi yapıyorum eğitimini alayım. Konservatuvar sınavına hazırlanmaya başladım. O zaman 4,5 kişilik bir arkadaş grubumuz vardı. 5 kişi beraber kitaplar almaya,  paralar biriktirmeye başladık. Daha konservatuvara girmeden Shakespeare’in,  Molier’in, Çehov’un,  Ibsen’in bütün serilerini okuyup öyle hazırlanıyorduk. Şimdiki gençlerde o yok. Okulda veriyorsun onu bile okumuyorlar. Dolayısıyla hepimiz bir yerleri kazandık. Ben de konservatuvarı kazandım. Eğitim bitti. Ondan sonra da mesleki yaşama başladım.

Dolayısıyla tiyatroya başlamam çok ilginç oldu. Tiyatrodan hiç haberdar değildim. Haberdar olduktan sonra da nasıl zor bir iş olduğunu anladım. Zor bir iş olduğunu kavradıktan sonra da bunun alaylı kısmını – zaten hocamız alaylıydı- onu görmüş oldum. Bir de profesyonel kısmını görelim dedim, eğitime yöneldim. O şekilde bugüne geldim.

Çok güzel bir öykünüz olmuş. Kocaeli Üniversitesi Oyunculuk Ana Sanat Dalı Başkanı olarak bölümün çalışmalarından bahseder misiniz?

Bölümümüz 3 ana sanat dalını bünyesinde barındırıyor: Dramatik yazarlık, oyunculuk, sahne tasarımı olmak üzere. Kompakt bir eğitim sistemi var. Çünkü bu 3 ana sanat dalından biri olmasa diğerleri işlevsiz kalır. 3’ü de birbirini besleyen, bütün içerisinde olan ve birlikte idareyle sevk mekanizmasını yürüten bölümler. Zaten oyunculuk öğrencilerimiz seçmeli tasarım veya yazarlık, yazarlık öğrencilerimiz de oyunculuk veya tasarım, tasarım öğrencilerimiz de seçmeli oyunculuk veya yazarlık dersleri alarak o aralarındaki bağı da geliştiriyorlar. Ve kısa oyunlarımızı biz 27 Mart’ta sahnelerken bundan yola çıkarak kendileri yazıyor, yönetiyor, onuyor veya dekor-kostümü tasarlıyor. Eğitim sistemimiz bu şekilde.

27 Mart haricinde 2. sınıflarda Sahne Uygulamasına Giriş dersinde bir oyun çalışılıyor. 3. Sınıflarda Sahne Uygulaması dersi ve 4.sınıflarda Mezuniyet dersleri olmak üzere sene içinde 3 oyun sahneleniyor. Türkiye’de eğitim müfredatına Kamera Önü Oyunculuğu dersini ilk alan Oyunculuk Ana Sanat Dalı benim. Çünkü Kamera Önü Oyunculuk dersini de hazırlayan ve müfredata koyan kişiyim. Hatta Binicilik dersini de koydum müfredata ama şu anda binicilik yüksekokulumuz biraz uzakta olduğu için öğrencilerin geliş gidişi biraz sıkıntılı. Ama müfredatımızda hâlihazırda Binicilik dersimiz var. Mesela her bölümde Eskrim dersi vardır ama Eskrim dersini biz Sahne Dövüş Teknikleri adı altında revize ettik. Makyaj dersimiz sadece sahne makyajı değil efektif makyaj dersine çevirdik. Çünkü setlerde de tasarımcılar ve oyuncular plastik makyajı ya da efektif makyajı bilmek zorunda. Bunlardan başka akrobasi dersimiz var mesela hareket dersinin yanısıra. 3 ana sanat dalının aldığı Çocuk Tiyatrosu dersi var. Geleneksel Türk Tiyatrosu dersi var. Yani bunlar seçmeli ders ama ilgisi olan alakası olanlar seçebilir. Başka konservatif eğitim veren yerlerde Geleneksel Türk Tiyatrosuyla ilgili bir ders yok. Geleneklerinden kopuk bir tiyatro adamı düşünülemez. Kendi geleneklerine bağlı geleneksel motifleri bilecek ki çağdaş, modern, klasik,antik bunları da revize edebilsin, anlamlandırabilsin, dünya görüşünü oluşturabilsin.

Öğrencilere kazandırmayı amaçladığınız temel özellikler nelerdir?

Temel özelliklerden biri sadece kreatör, sadece oyuncu, sadece dramaturg veya yazar olmak değil tiyatro yelpazesi altındaki bütün sektöre hitap edebilecek geniş bir bakış açısına sahip olması. Benim hayalimdeki şey bu. Yani bir oyuncu sunuculuk da yapabilmeli dizide de sinemada da oynayabilmeli, muhabirlik de yapabilmeli, yani insan odaklı her işin içinde olabilmeli. Bir yazar oyun da yazabilmeli, roman da yazabilmeli, senaryo da yazabilmeli ya da reklam metni de yazabilmeli. Hatta bizim oyuncuların şan, solfej dersi var. Sesi güzel olsun diye değil. Gerektiğinde bir solist kadar o notayı okuyabilmeli deşifre edebilmeli. Diyaframına, nefesine, sesine sahip çıkmalı ve o şarkıyı okuyabilmeli. Yarın öbür gün müzikal çıkacak karşısına. Tamam çok iyi oynarım jestlerimle, mimiklerimle ama ses yok, ritim yok. Ritimsiz oyuncu olabilir mi? Hayatın ritmi var. Her insanın kendi iç ritmi var, kalbinin ritmi var. Demek ki sahnenin de ritmi var. Ritim duygusundan noksan bir insanın oyunculuk yapması mümkün değil.

Yetenek sınavları nasıl gerçekleşiyor? Giriş sınavlarında göz önünde bulundurduğunuz şeyler nelerdir?

Yetenek sınavlarımız 2 aşamalı. 1.Aşamada kulak sınavımız var. Dediğim gibi ritmine de bakıyoruz. Verdiğimiz melodiyi duyabiliyor mu? Kulağı sağlam mı? Tek ses, çift ses, bazen üç sese kadar zorlayabiliyoruz. Hazırlamış olduğu şarkıda sesine bakıyoruz. Sesinin rengi nasıl? En pesten en tize çıkış durumu nasıl? Parçanın neresinden başlayıp nereye kadar çıkabiliyor ve detone oluyor mu? 2. Aşamada bir yerli, bir yabancı olmak üzere bir antik, bir modern, bir de klasik tirat hazırlamalarını istiyoruz. Seçtikleri tiratları bize gösteriyorlar. 2. Aşamayı geçenlerden de doğaçlama bir şeyler istiyoruz. Gözlem yeteneği nasıl? Algıları nasıl? Refleksleri nasıl? Bir anda anahtar fırlatabilirim karşılarında. Refleksle onu tutabilecek mi? Yoksa böyle bakacak mı? Refleks sahnede çok önemli. Çünkü aktif bir iş yapıyorsunuz. Sahnenin üzerindesin. Kamera kaydı yok. Dizide, filmde istediğin kadar tekrar alabilirsin.  Ama sahnede tekrar şansın yok. Bir aksilik olur. O aksiliği yok etmek, en aza indirmek durumundasın. Mesela ben Bursa Devlet Tiyatrosu’ndayken bir oyun çalışıyorduk. Oyunda canlı Alman kurt köpekleri vardı. Çünkü Nazi Almanyasında geçiyordu. Eğitmenleriyle beraber gelmişlerdi ama nasıl olduysa eğitmenin elinden kaçıp sahneye daldı. Ben de Yahudi rolündeydim. Tam köpek ısırmak üzereyken sahnenin orkestra çukurundan aşağıya düştüm. Bildiğin 2 metrelik boşluktan aşağı baş üstü düşecekken bir anda tutundum ve ayaklarımın üzerine düştüm. Ben düştüm ama sahne devam ediyor. Oradaki diğer arkadaşların o sahneyi kotarmaları gerekiyor. Birinin köpeği tutması gerekiyor. Birinin düşen adamın peşinden oyununu değiştirmesi gerekiyor. Çünkü hiç öyle bir şey prove edilmemiş. Düştüğünde ‘’ Aa en azından bir Yahudi daha gitti’’ diyebilir mesela.

Kıvrak zeka ve pratik çözüm önemli. Problemi anlık çözmeye odaklı. Bunlar sahne supleksi dediğimiz refleksler ve hareketlerle gerçekleşiyor.

Çok güzel. Yani bir aday geldiğinde sınava..

Şunlara dikkat ediyorum. Ben 13 yılın 13’ünde de jüride görev aldım. 8 yıl da Oyunculuk Ana Sanat Dalı Başkanı olduğum için benim baktığım şu:Aday bütün ömrünü, aldığı eğitimi 5-10 dakikaya sığdırmak zorunda. Hayatında ne kadar renk varsa bana o renkleri 5 dakikada göstermek zorunda. Bir parçayı çok iyi oynamak durumunda değil. Bir parçada ne kadar renk, duygu geçişi, hareket, mimik, performans, sesinin yönetimi… Bunları bana gösterebiliyor mu? Bunu yaparken dans da edebiliyorsa mesela ‘’Aa demek ki ritim duygusu var.’’ Mesela ‘‘Bir duygudan bir duyguya geçiş hızı müthiş. Şarkı da söyleyebiliyor. Demek ki kulağı da sağlam.’’ Bunları bize tek tek gösterebileceği parçalar varsa buna bakıyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki bu adayların hepsi profesyonel bir eğitim almadan, profesyonel bir eğitim almak için bize geliyorlar zaten. Dört dörtlük olamazlar. Biz işlenebilir olup olmama durumuna bakıyoruz.

Okuldan sonraki çalışma hayatına dair neler söylemek istersiniz? Öğrenciler hangi alanlarda çalışabilirler? Hangi alanlarda kendilerini ifade edebilirler?

Aslında bizim okuldan sonraki çalışma hayatımız diye bir şey yok. Okuldayken de bir çalışma hayatımız var. Oyunlarımız yanısıra biz öğrenciyi dışarıdaki festivallerden tutun da dizilere kadar yönlendiren kişileriz. Asli görevimiz tabii ki tiyatro. Tiyatroyu aksatmadığın sürece her türlü işi yapabilirsin. Tiyatro oyuncusu, dramaturg ya da kreatörün mesai saati diye bir şey yok. Gece gündüz çalışmalısın. Rüya görürken mesela dekor geçer bazen gözümün önünden. Birçok rejiyi rüyamda yaptığımı bilirim. Gözlerimi kapattığımda sahnemi görüyorum, dekorumu kuruyorum, oyuncuları konumlandırıyorum. Bu tekniği ben öğrenciyken sınavlara hazırlanırken oturttum. Hocayken de şimdi rejimde oturtuyorum. Çalışma alanı yokmuş diye bir şey yok aslında kendini insandan izole edebildiğin her yer çalışma alanı. Sokak sanatçıları mesela eskiden yoktu. Biz bangır bangır sokakta tirat çalışırdık. Erzurum Atatürk Üniversitesinde kampüste çalışırdık. ‘’Bunlar ne yapıyor? Deli midir bunlar?’’ diyen tipler vardı. Ama biz onlardan kendimizi izole ederdik. Örerdik perdemizi. Onların ne gördüğü,  ne düşündüğü umrumuzda değil. Çünkü bu duvarı koymazsan sahnede 4. Duvarı koyamazsın. 4. Duvarı koyamazsan sahnede seyirciye oynarsın, seyirciye bakarsın sürekli o zaman. Dolayısıyla ufuk çizgisini belirtmen lazım. Sana bakıp seni görmemek gibi bir şey. Bir de başkalarının ne düşündüğünü umursayan kişi o anda rolüne giremez ki. Kendi olur. Çünkü kendi beyniyle kendi duygularıyla başkasının ne düşündüğünü umursuyor. Ama rol karakterinin öyle bir dünyası yok ki.

Son olarak oyunculuk alanında ilerlemek isteyenlere neler söylemek istersiniz? Nasıl bir yol izlemelerini önerirsiniz?

Küçük rol büyük rol demeden fırsat bulabildikleri an bir karşılığı var mı yok mu demeden her role girip canlandırmalarını öneririm. Birçok oyuncu kısa metraja maddi karşılığı olmadığından sıcak bakmıyor ama o set, kamera, fotoğraf makinesi gibi görünür ama birçok RD kameralardan daha kaliteli görüntüler verir. Mesela Behzat Ç. İlk 13 bölüm bildiğin fotoğraf makinesiyle çekilmiştir. Uzay mekiği gibi koca ledler olması gerekmiyor. Prodüksiyonun dev olması da gerekmiyor. Lensin önündeki sen önemlisin. Nasıl rol yaptın? Ama artık rol yapmak da değil. Rol yapma devri bitti. Artık ‘‘ Olmak’’ devri. O kişi olmalısın. En iyi öğrenim biçimi pratiktir. Çizmeden, kesmeden, biçmeden, yazmadan, gidip bunu realize etmeden, ışıkta görmeden, malzemeyi kullanmadan ilerleme şansın yok. Oyuncu oynayacak. Ama bunları yapmadan önceden yapmak zorunda olduğu bir şey var. Oynamadan önce, yazmadan önce, çizmeden önce bol bol okuyacak. Ne bulursa okuyacak. Bir kelime bir kelimedir. Faydası olur, zararı olmaz. Her türlü şeyi okuyacak. Çünkü sorunun nereden geleceği belli olmaz. Problemin nereden çıkacağı belli olmaz. Çözüm odaklı olan bir kişinin beyninin dolu olması lazım. Hayatını 100 tane kelimeyle geçiriyorsa bir adam, o adamın sanat yapma şansı yok.

Bu güzel ve faydalı sohbet için Sahne Sanatları Bölümü hocalarımız Sema Göktaş, Süreyya Temel ve Sinan Taşkan’a çok teşekkür ederiz.