Koleksiyoncu | Ölümü Kucaklayan Biri

Hayatımda bir ilke eşlik etti bu oyun. İlk defa bir çekiliş ile oyun seyretmiş oldum. Aslında merak etmiştim, gitmek istiyordum. Sadece programıma alıp seyir defterine yazmak kalmıştı. Lavarla’nın çekilişi ve Kök Sahne Sanatları’nın bir nevi “konuğu” olarak oyuna eşlik ettim, çok güzeldi.

Farabi Sahnesi’nde daha önce Heveskâr Tiyatro’nun temsil ettiği “Bir Delinin Hatıra Defteri” oyununu izlemiştim. O gün dikkat etmedim ya da hatırlamıyorum ama Koleksiyoncu için salona girdiğimizde bir rutubet kokusu vardı. Bilmiyorum oyunla ilgili mi ama oyunla bağ kurma noktasında işe yarıyor.

Farabi Sahnesi’nin salonuna girdiğinizde doğrudan göze çarpan bir yükselti ve koltuklar var. Salona girip sağdan ilerleyip koltuğumuza geçmek isterken sahneyi ve Berkan Şal’ı görünce içten gelen ferah bir ses “Tamam bu olmuş.” dedi bende ve kardeşime dönüp sahneyi gösterdim. Bilmiyorum o ne kadar etkilendi ama basitliğin içinde çok güzel bir uyum vardı. Hiçbir şey fazla değildi, ışıklar bile.

Sahneye girdiğiniz anda sizi kucaklayan ve oyunun ne zaman başladığını anlamadığım oyunlar hep ilgimi çekmiştir. Bu oyunda da biz yerlerimize geçerken Berkan Şal’ın aldırış etmeden elindeki ekmeği yemesi ve yarattığı karakteri bizimle tanıştırmaya başlaması hoştu.

Oyun tek perde, bilmiyorum kaç dakika ve ben hiç yorulmadım. İki kahramanımız var: Berkan Şal, nam-ı diğer Fufu, ve Özbir Erciyas, nam-ı diğer Mimi. Umarım yanlış yazmıyorumdur ama bundan sonrasında Fufu ve Mimi diyerek devam edeceğim.

Fufu bir mezar kazıcısı ve bizi karşıladıktan sonra sıradakini çağırarak kendi hikayesine başlıyor. Sıradaki kişi ise Mimi. Mimi, gecelik üstüne bir hırka ve elinde ayakkabısıyla içeri giriyor. Hiç gelmek istemediği her halinden belli olsa da el mahkum, geliyor işte. Sonrasında akıbetinin ne olduğunu neyle karşılaştığını anlamaya çalışıyor. Alnında bir yara izi var, sanki vurulmuş gibi, ama gizemini koruyor. Neden, nasıl oraya geldi bilmiyoruz. Ben oyun boyunca merak ettim ama belki benim göremediğimi siz görürsünüz.

Bundan yıllar önce bir haberde denk gelmiştim. Sanıyorum Karadenizli bir dedemiz kendine mezar kazdırıp sonrasında da bir gün içinde uyumuştu ve tabii bu durum haberlere yansımıştı. Hakan Boyav nereden esinlendi nasıl yazdı bilmiyorum ama ölümün üzerinden hayatı anlatışı üzerine şapka çıkarılır.

Mimi’nin yerinde olsam sanırım ben de kaçmak isterdim. Benim de muhtemelen yarım kalan hesaplarım olurdu. Ama öyle ya da böyle biteceğini bilerek yaşamıyor muyuz? Her ne kadar unutmaya çalışsak da mutlak bir gerçek var. Ölümü ellerimizle eğip bükemiyoruz, Fufu ile iyi geçinmek de işe yaramıyor. Sona doğru bir adım daha atıyoruz. Oyunda da böyleydi. Mimi her ne kadar kurnazlık etse de Fufu yılların tecrübesiyle işini yaptı. O sahneyi gerçekten kazdı ve ara sıra soluk almak için beklediği anlarda Mimi’ye geçmişten bir şeyler fısıldadı.  Kendi koleksiyonunun parçalarını ve onlara dair hikayeleri anlattı.

Koleksiyonu içinde eşsiz parçalar vardı, vardı da hiçbirini çalmamış, gömdüğü insanlardan istemiş ve onlar da Fufu’ya verip bir parçalarını dünyaya bırakmışlardı. Hiçbirimiz ölmek istemiyoruz ve hatırlanmak sanıyorum ki bir ihtiyaç. Sırf bunun için Fufu istemese dahi bir şeyler veren olurdu diye düşünüyorum.

Mimi ağladı, sinirlendi, kurtulmaya çalıştı. Bu ağlamalara dayanamayan Fufu cebinden bir şey çıkardı. Bir dürbündü bu ve Mimi’ye uzattı. Gördüklerine inanamadı Mimi, ama gerçekti. Gerçekte de böyle mi olur? Bilmem. Ama oyunda bu fikir çok hoşuma gitti, umarım o safhaya geldiğimde bir dürbüne gerek kalmaz ve sandığım gibi bırakmış olurum geçmişi.

Çok şey anlattı bu oyun, ben sadece gördüklerimden bir kısmını yazdım. Kendi gözlerinizle görün ve kendi hikayenizi yazın. Teşekkürler Kök Sahne Sanatları, Hakan Boyav, Berkan Şal, Özbir Erciyas ve Zülal Süer.

Kök Sahne Sanatları’nın ilk oyunuydu bu ve umarım hep bizimle olur.