Özgürlüğüne Tutsak Bir Maymun: Kafka’nın Maymunu

“RÜZGÂR TARAFINDAN TERK EDİLDİYSEN KENDİ KÜREKLERİNİ KULLANMALISIN!”

Pandemi, etkisini ne yazık ki bu yıl da yoğun şekilde sürdürüyor. Önümüzdeki günler neler getirir bilemiyoruz ama kendi adıma pandemi öncesinde yaptığım şeyleri yapmaya çalışıyorum mümkün olduğunca. Bunlardan biri de oyun izlemek. Online oyunların tabii ki sahnede izleme zevkini yaşatmadığı bir gerçek ama hayat bir süre daha böyle devam edecek gibi görünüyor maalesef. Geçen sene tam da bu zamanlarda 1-2 defa izleme fırsatı bulduğum ve tesadüf ki bir yıl sonra online olarak yeniden izlediğim bir oyundan bahsedeceğim sizlere.

Franz Kafka, yüzyıl boyunca hakkında çokça şey söylenen, üzerine bir hayli akademik çalışma yapılan bir yazar. Onun metinleri hâlâ yorumlanıyor, yazarlara ilham kaynağı oluyor ve biz okurlar için eşsiz bir okuma deneyimi yaşatıyor. Eserlerinden uyarlanan oyunları izlemek de büyük bir zevk kesinlikle. 1917 yılında yayımlanan ve Kafka’nın diğer eserlerine göre daha az bilinen “Akademi İçin Bir Rapor” isimli öyküsünden uyarlanan “Kafka’nın Maymunu” adlı oyunun özellikle Ankara seyircisi tarafından epeyce duyulduğunu düşünüyorum ve tek kişilik performansıyla Kırmızı Peter’e ruh veren Doğukan Soykök’ün de tabii.

Çankaya Sahne ve Kulis Sanat’ın iş birliğinde dijitale aktarılan, Altan Alkan’ın yönetmenliğinde Doğukan Soykök’ün uzun bir aradan sonra yeniden sahnelemeye başladığı oyunun açıklamasında şöyle yazıyor: Şöyle düşünün, bir yazar var içindekileri dışa vurmak isteyip de vuramayan. Haykırsa kodese, yazmasa vicdanına tutsak olacak… Bir şekilde insanlığa ışık tutamadan yok olup gidecek. Bu yüzden bir şeyler yapmalıydı, bir çare üretmeliydi. Bu çareyi yine sanatıyla buldu ve başardı Kafka. Önce “DÖNÜŞÜM” adlı hikâyesiyle kendi düşüncelerini bir böceğe yükledi ama ona bu yetmedi, bir canlı daha üretmeliydi insanlığa sesini duyuracak ve “AKADEMİYE RAPOR” adlı hikâyesinde bir maymun yarattı: Bu, “KAFKA’NIN MAYMUNU’YDU”.

Oyun o kadar gergin bir müzikle başlıyor ki deyim yerindeyse oturduğunuz yere çivilenip kalıyorsunuz. Projeksiyondan duvara bazı fotoğraflar yansıyor. Tıbbi deneylerde kullanılan, derisi yüzülen, uzuvları zarar gören, hapsedilen canlıların ve özellikle maymunların fotoğrafları… O gergin müzikle birlikte o fotoğrafları incelemek insanı oldukça garip bir moda sokuyor ve daha ilk anda oyunun kimyasıyla ilgili fikir vermeye başlıyor; izleyeceklerimiz zihnimizde kalıcı bir yer edinecek… Ansızın, frak giymiş, yüzünün büyük kısmı yarayla kaplı olan bir maymun -ki burada makyajın ve kostümün oyunu seyirciye yansıtmakta ne denli önemli olduğunu belirtmem gerekiyor, Oya Kadriye Polat tarafından yapılan makyaj yine onun tasarladığı frakla birleşince Kırmızı Peter’i izleme zevki birkaç kat daha artıyor- aksayarak sahneye geliyor. Seyirci duvara yansıtılan fotoğraflarla sahnede gördüğü maymun arasında bağlantı kurmaya çalışırken tuhaf bir şey oluyor ve maymun seyirciye -tabii oyun online olduğu için kameraya- dönüp sırıtıyor. Kırmızı Peter, akademinin saygıdeğer üyelerine -bizlere- raporunu sunuyor yani hikâyesini anlatmaya başlıyor.

Kendini yaratılanların en yücesi olarak gören insanlar tarafından kendi yaşam alanına yapılan bir baskın sonucunda hem yüzünden hem de kalçasından silahla vuruluyor Kırmızı Peter. Bu izleri ömür boyu hem vücudunda hem de benliğinde taşıması yetmeyecekmiş gibi bir de kendisini vuran insanlar tarafından alıkonulup hayvanat bahçesine götürülmek üzere bir kafese tıkılıyor. Saçları briyantinli, ayakkabıları ayna gibi parlayan, fraklı bir beyefendi tavır ve davranışlarına sahip birinin bir zamanlar balta girmemiş ormanlara ait olduğunu düşünmek oldukça zorluyor zihnimizi. Ancak Colin Teevan tarafından sahneye uyarlanan metin o kadar güçlü ve Doğukan Soykök rolünü o kadar başarılı bir şekilde üzerine giymiş ki seyirci için empati kurmak çok zor olmuyor, üstelik oyun bilgisayar ekranından izleniyor olmasına rağmen. Kırmızı Peter hikâyesini anlatırken, yaşadıklarının zorluğunu, insanlara olan öfkesini yoğun bir şekilde hissediyorsunuz ve onunla birlikte siz de öfkeleniyorsunuz. O, acı içinde haykırırken siz de acı çekiyorsunuz ve haykırmamak için kendinizi zor tutuyorsunuz. Kırmızı Peter hapsolduğu o kafesten kurtulmaya çalışırken siz de sanki hapsolduğunuz kafeslerinizden kurtulmaya çalışıyorsunuz. Kâh umutsuzluğa düşüyor kâh umuda sarılıyorsunuz. Oyun sırasında birkaç kez Dördüncü Duvar’ı yıkıyor oyuncu ve Kırmızı Peter olarak insanları, insanlığı suçlayıcı bir tavır takınıyor. Bakıcısından öğrendiği şekilde tükürmeye başlıyor. Seyircili bir gösterim olsaydı seyirciye tükürecekti, daha önceki tecrübemden biliyorum. İnsanlardan öğrendiği tek şey tükürmek değil elbette. Onlar gibi yemeyi, içmeyi, giyinmeyi, kızmayı, tokalaşmayı, âşık olmayı öğreniyor. İnsanlardan insan olmayı öğreniyor aslında, maymunken özgürleşebilmek adına ve özgürlük idealinin bomboş olduğunu da öğreniyor. Bizlere sorgulamayı öğretmek istiyor. Doğru bildiğimiz yanlışları, yeryüzünün hâkimi olmak isterken kendi kafeslerimizde tutsak olduğumuzu haykırıyor…

Bu yazıyı pandemi henüz hayatımıza girmemişken yazıyor olsaydım bambaşka bir perspektifle yazardım büyük ihtimalle ki oyunu yeniden izlerken de bambaşka bir perspektifle izlediğimi düşünüyorum. Pandemi sürecinde bence en çok sorguladığımız kavramlardan biri “özgürlük” oldu. Daha önce sokaklarda rahatça dolaşabiliyorken evlerimize tıkılıp kaldık. Belli saatlerde dışarı çıkıp belli yerlere gidebiliyoruz ve bir maskenin ardından nefes alabiliyoruz ancak. Gezegenin en gelişmiş canlısı olduğumuzu düşünürken bir virüs hayatımızı esir aldı. Kırmızı Peter’in “Kendi özgürlüğünüze tutsak olmuşsunuz be!” serzenişi tam da şu anki durumumuzu anlatıyor aslında. Tutsak edilen bir maymun çok uzun bir süre çıkış yolu arıyor, çıkış yolunun olmadığını fark ediyor ve çareyi insanlar gibi olmakta buluyor. Aynı onun yaşadığı gibi biz de çıkış yolumuzu arıyoruz şu sıralar ve epeyce zorlandığımız aşikâr. Bulur muyuz ya da bulduğumuz çıkış yolu doğru olur mu bilmiyorum ancak belki de “dönüşmekte”dir bütün mesele. Kırmızı Peter’in şu sözleriyle bitirmek istiyorum yazımı: “Özgür kalmanız dileğiyle”.

*Kapak fotoğrafı için Mehmet İzdeş ve Ali Ulvi Baycan’a teşekkür ederiz.