DDX:S3E10 Yiğit Sertdemir, Altıdan Sonra Tiyatro, Kumbaracı50, Aynı düşü görmek olası…
Yiğit Sertdemir’le İTÜ’de mühendislik okurken tiyatroya evrilen yol ayrımından her daim içinde taşıdığı yazma tutkusuna; herkesin aynı düşü görmesi için çabalayan birbirinin yaralarına merhem olan o kıymetli ekip arkadaşlığından “dinlemek” eyleminin kudretine ve dahi görünmeyeni görünür kılmak üzerine çok keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Yiğit Sertdemir’e yönelttiğimiz sorular şunlardı:
Altıdan Sonra Tiyatro hikâyenizden başlayalım isterim, bu süreçteki yol arkadaşlarınızdan farklı olarak size sadece altıdan sonra değil de altıdan önce de bütün bu emeğinizi vakfettiren tiyatro yapma motivasyonunuzu sormak isterim.
Altıdan Sonra Tiyatro’nun evi olan Kumbaracı 50 bünyesindeki oyunlarınıza baktığımızda -dışardan biri olarak naçizane gözlemleyebildiğim- hep bir samimiyet hep bir özgünlük; bu uğurda ortak bir hayal için çabaladığınız aşikâr; peki sizi tiyatro paydasında birleştiren bu ortak hayali sorsam…
Yazarlık yönünüzden de konuşalım çok isterim; çünkü sizi hikâye anlatmaya iten gücü merak ediyorum; tam bu noktada sizin oyunlaştırıp sahneye koyduğunuz ve yine sizin can verdiğiniz Demiryolu Hikayecileri’ndeki okurunu bekleyen hikayeciyi de hatırlayabiliriz belki…
Reji üzerine Ebru Tartıcı Borchers’la yaptığımız bi’ söyleşide “nihayetinde kendi söylemek istediğimiz şey için yola çıkıyoruz” demişti kendisi; katılır mısınız ve de yazarken de bu böyle midir; sizce nelerin duyulması için yazar, yazar?
Gerek sahnede oyunculuk yaparken gerek oyun yönetirken ve hatta öğrencilerinize ders anlatırken “dinlemek” ve “dinletmek” kavramları sizin için ne anlamlar ifade eder?
Tiyatronun her daim taşıdığı -kimi zaman taşımak durumunda bırakıldığı- yılmazlık ruhuna dair neler söylersiniz, özellikle son dönemde fazlasıyla deneyimlemek zorunda olduğumuz bir gerçeklik malum…
Yıllar evvel Açık Radyo bünyesinde yaptığınız Kuranderde Kalanlar adlı programı hatırlatsam ve radyo tiyatrosundan şimdilerde kulak tiyatrosu denilen Podacto’ya uzanan yolculuğu düşünerek tiyatronun dinlenilebilirliğine dair düşüncelerinizi sorsam…
Gelmiş geçmiş en iyi tiyatro metinlerinden ve çevirilerinden biri olarak nitelenen Cyrano de Bergerac oyununa değinmeden edemeyeceğim çünkü benim de Ankara’daki 15 yıllık seyircilik hayatımda izi silinmeyenler arasındadır Işıl Kasağolu rejisiyle Durukan Ordu’nun can verdiği Cyrano; bu eserdeki anlatım dilinin gücünden yola çıkarak sormak isterim; sizce en güzel hikâye anlatma dili nasıl olmalı?
Bizim yayın adımız da olan dördüncü duvara kavramına karşı Yiğit Sertdemir’in bakış açısı nedir acaba, sizce ‘kolonlar arasında’ seyirciyi etrafına alan hikâye mi kırmalı o hayali duvarı; yoksa yönetmen mi?
Son olarak, büyük usta Genco Erkal’ın “Yeni nesilden yol arkadaşınız kimdir?” sorusuna verdiği Yiğit Sertdemir cevabını hatırlatmak isterim dinleyicilerimize -böylesi bir onur- sizin tiyatro uğruna yaptıklarınızın sağlaması diyebilir miyiz?