Öncelik Küçük Hanımlar ve Küçük Beylerin: Assitej Genç Sahne
Yolları, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümünde kesişen araştırma görevlileri Özgün Çakar, Ceren Özcan ve Prof. Dr. Tülin Sağlam’la çocuk tiyatrosundan başlayıp yetişkin tiyatrosuna uzanan, üyesi oldukları Genç Assitej Sahne hakkındaki güzel sohbetimizi, AST’ın etkileyici atmosferinde gerçekleştirdik.
Kendinizden bahseder misiniz? Tiyatroya nasıl başladınız?
Tülin Sağlam: Benim tiyatroya başlamamın çok çok özel bir nedeni yok. Üniversitede ekonomi, işletme gibi alanlarda çok sıkılınca dedim ki, bunlar benim alanlarım değil. Bunun üzerine tekrar üniversite sınavlarına girip Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde Tiyatro Bölümünü kazandım ve tiyatro okumaya başladım. Dolayısıyla okulluyum. Onun için çok çok özel bir durum yok ama şöyle bir durum var. Başka bir üniversite bitirdim. Biraz sonra göreceksiniz diğer arkadaşlarım gibi başka üniversiteleri bitirdik. Burayı ikinci üniversite olarak okudum.
Özgün Çakar: Ben de lisede tiyatro yapmıştım. O zaman tiyatro okumaya karar vermiştim ama ailevi durumlardan dolayı başka bir okul okumam gerekti. İşletme okudum. İşletme okurken tiyatro yapma isteği hep içimde vardı. Üniversite tiyatrosuna girdim. Sonra Ankara Sanat Tiyatrosu’nun kursiyeri oldum. 5 yıl kadar burada eğitim aldım. O sırada üniversiteyi bitirdim. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü sınavlarına girdim ve kazandım. İkinci üniversite olarak orada okudum. Oyunculuk mezunuyum. Sonra yüksek lisansa devam ettim. Şu anda doktora yapıyorum.
Ceren Özcan: Lisede tiyatroya ilgim vardı. Lisede bir tiyatro topluluğumuz vardı. Ardından ODTÜ’de Sosyoloji okudum. ODTÜ oyuncularıyla tiyatro yaptım uzun süre. Mezun olduktan sonra da tiyatro yapmaya devam ettim. Aslında tiyatroya olan ilgimin iyice yoğunlaştığı ve pratikte de daha fazla meyil kazandığım yer orası. Sosyolojiyi bitirdikten sonra Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde Tiyatro Bölümünde yüksek lisansa başladım. Yüksek lisanstan sonra doktoraya devam ediyorum.
Tülin S.: Aslında hepimiz Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Tiyatro Bölümündeyiz bir şekilde.
Nasıl bir araya geldiniz? Karar verme süreci nasıl oldu?
Tülin S.: Zaten hepimiz aynı yerdeydik. Ben de orada hocaydım atılana kadar. Hatta aynı odada oturuyorduk Ceren’le. Fakat bu arada şöyle bir şey oldu. Yıllardır Assitej’le bir bağlantımız var. Onun üzerinden de Türkiye’deki çocuk tiyatrolarına dair çok büyük dertlerimiz var. Danimarkalı da bir arkadaşımız var. Yaklaşık 30 yıldır arkadaşız. Onunla beraber hep aklımızda şöyle bir fikir vardı: Türkiye’de beraber ortak bir şey, bir çocuk oyunu yapsak nasıl olur? Aslında Danimarka Assitej’i ile Türkiye Assitej’i ortak bir proje yaptı daha önce ve bu oynandı. Ama daha küçük, daha kişisel bir şey yapalım, bir de daha küçük çocuklara yapalım istiyorduk. Küçük çocuklara oyun yapalım dedik, çünkü bizde o taraf çok bilinmiyor. Yeni yeni 0-6 yaş arası oyunlar yapılıyor. 0’dan başlıyor yani. Onu da öğrenelim bu arada dedik ve öyle bir fikir çıktı. Sonra bu fikri hayata geçirmek ciddi bir iş olduğundan beraber çalışacağımız insanlar gerekti. Biz de aynı okuldaydık ve benim aklıma ilk gelen iki kişi Ceren’le Özgün oldu. Onlarla beraber çalışmayı çok istedim. Teklif götürdüm. Onlar da memnuniyetle kabul ettiler. Onların da bu konuya ilgisi vardı. Biz zaten beraber tiyatro festivallerine gidiyorduk, beraber çok şey yaptık. Onlar teklifi kabul edince bir araya geldik. Danimarka’dan da arkadaşımız geldi. İlk bir araya gelişimiz bir projeyle oldu. Onun yazdığı yönettiği bir oyunu Ceren’le Özgün oynadılar. Böyle bir araya geldik ve devam ediyoruz.
Ceren Ö.: Özgün’le benim çocuk tiyatrosuna ilgimiz vardı. Ama bu ilginin pekişmesini sağlayan şey: Assitej’e dahil olmamız ve onun ardından gelen festivallerdi. O anlamda Tülin hoca ve Assitej ile olan bağlantı çocuk tiyatrosuna olan ilgimizin daha da arttırdı. Daha uluslararası işleri gördük. O yüzden de bir araya gelmemizi kolaylaştırdı.
Özgün Ç.: Tülin hocayla ben epey bir festivale gittim. Hem yurt dışı hem yurt içinde. O oyunları izleye izleye, gözlem yapa yapa gelişti. Çok uzun zamandır çocuk tiyatrosu yapma isteğim vardı ama nereden başlayacağımızı, nasıl yapacağımızı, nasıl bir ekip kuracağımızı bilemiyorduk. Soren’den Danimarka’dan gelen bu teklif, aslında bizim için ateşleyici bir güç oldu. Burada tabii Ceren’le bir hayale ortak olduk. Bir yandan da kendi hayalimizi de gerçekleştirdik.
Assitej Genç Sahne’nin oluşum sürecinden bahseder misiniz? Anladığım kadarıyla oradan bir teklif geldi. Sonra siz bu yönde bir arayıştayken kabul etmenizle süreciniz başladı.
Tülin S.: Oradan bir teklif geldi gibi değil de Soren’le bizim konuşmalarımızda hep böyle bir fikir vardı zaten. Bunu gerçekleştirmek için bir zaman belirlemiş olduk.
Ceren Ö.: Aslında teklif, Özgün’le bana geldi. Proje, Soren Ovesen ve Tülin Sağlam’ın projesi olarak başladı. Fikir onlardan çıktı. Sonra oyuncu olarak biz dahil olduk. Bir de ilk oyunumuzun reji asistanı olan arkadaşımız Gülden Ateş var. O da ekibe dahil olmuştu. Onu da analım.
Assitej Genç Sahne olarak manifestonuzdan bahseder misiniz? Assitej Genç Sahne’nin tiyatroya bakışı nasıl ve hedefleri nelerdir?
Tülin S.: Birinci cümlemiz çocuk tiyatrolarını bir eğitim aracı olarak görmemek, bunu bir sanat formu olarak görmek. Dolayısıyla da çocuklara iyi sanat eseri seyrettirmek. Bu başlıca isteğimiz. İyi çocuk tiyatrosu yapmak istiyoruz. Ticari kaygılardan uzak. Çünkü biz hayatımızı şu anda bununla geçindirmiyoruz. Zaten çocuk tiyatrosundan hayatını geçindirmek, kaliteli çocuk tiyatrosuyla mümkün mü onu da bilmiyorum. Bunu ticari yaparsanız mümkün. Çok var öyle insan. Ama ticari kaygıdan uzak sanatsal kaygılara odaklanan bir tiyatro anlayışımız var. Mümkün olduğunca değişik yaş gruplarına tiyatro yapalım istiyoruz. Bu yaş gruplarını bilimsel olarak da estetik olarak da ayıralım. Onlar üzerine kafa yoralım ve çocukları hak ettikleri sanat eserleriyle karşılaştıralım. En önemli cümlemiz bu herhalde.
Özgün Ç.: Nitelikli bir çocuk ve gençlik tiyatrosu yapmak istiyoruz. En önemli hedefimiz ve tek manifestomuz da bu olabilir herhalde. Çocukları sanatla buluşturmak aslında. Tülin hocanın söylediği şeyi pekiştirecek olursam, tiyatroyu didaktik bir dille çocuklara bir öğretme aracı olarak sunmak istemiyoruz. Çünkü çocukların da sanatla buluşmaya hakları var. Nasıl yetişkinler bir resim sergisine, tiyatroya, baleye gidiyor, çocukların da böyle sanatsal bir deneyim yaşama hakkı var. Biz de onları mümkün olduğunca iyi sanatla karşılaştırmayı umuyoruz.
Tülin S.: Ben yetişkinlerden umudunu tamamen yitirmiş biriyim. Bunu da çok samimi söylüyorum. Yetişkinlere değmenin çok zor olduğunu düşünüyorum. Hâlbuki çocuk oyunlarında, çok daha karşılıklı olduğumuz için hemen fark ediliyor. Çocuğa dokunabiliyorsunuz. Çocuk hemen gözlerini açıyor. Hemen o dünyanın içine giriyor. Hemen sizle beraber bir yolculuğa çıkmaya hazırlanıyor. Dolayısıyla onlara değmek, onlara bir şey paylaşmak çok tatmin edici. Ben bunu da çok değerli buluyorum. Bilmiyorum oyuncular için nasıl ama.
Özgün Ç.: Evet öyle. Çünkü çocuklar tepkilerini daha net ve anında veriyorlar yani yetişkinler gizleyebiliyor.
Çocukları kandırmak daha zor, derler.
Özgün Ç.: Evet. Çocuklar beğenmediğini de rahatça söyleyebiliyor, beğendiğini de tepkileriyle anlayabiliyorsunuz. Bu bizim için çok daha değerli ve aslında çok farklı sanatsal bir deneyim. Hepimiz yetişkinler için de tiyatro yapıyoruz. Yetişkinlere tiyatro yapmakla çocuklara tiyatro yapmak arasında da deneyim farklı oluyor. Çocukların iletişim kanalları açık olduğundan daha doğrudan iletişim kurmak mümkün oluyor. O yüzden bizim için de çok kıymetli. Çok seviyorum çocuklarla bir şeyler yapmayı.
Benim babam sınıf öğretmeni. O da öğrencilerini tiyatrolara sürekli götürür. Özellikle 23 Nisan festivallerine mutlaka bilet alır. Mesela der ki: ‘‘Bu sene 5 ülkenin oyununa gideceğiz.’’ Geçtiğimiz sene Almanya’nın Barış Çemberi oyununda onlara katılmıştım. Güzel de bir oyundu. Çocuklarla olmanın hem güzel bir enerjisi var bana göre ama biraz da riskli. Çünkü beğenmedikleri zaman hemen kıpırdanmaya başlıyorlar.
Tülin S.: Hatta bağırıyorlar.
Özgün Ç.: Birbirleriyle konuşuyorlar. ‘‘Bu ne, aa!’’ diyorlar.
Ceren Ö.: Ayağa kalkıyorlar dolaşıyorlar salonun yapısına göre.
Özgün Ç.: Tabii şöyle bir şey var. Çocuklar yapıları gereği çok uzun süre sessiz kalamadıkları için her oyunda konuşuyorlar. Ama şunu anlayabiliyoruz. Oyunla ilgili konuşmaları aslında normal. Oyunu takip edebildikleri ve oyuna katıldıklarını gösteriyor. Dolayısıyla sıkılma konuşmasıyla oyuna dahil olma konuşması arasında da fark var. Mesela bir şeye çok heyecanlandıkları zaman da sahnede çok etkileyici bir şey gördükleri zaman da hemen ayağa kalkıp ses çıkarabiliyorlar, konuşabiliyorlar. Bu bizim için olumlu bir tepki. Eğer sıkılıyorlarsa o da anlaşılıyor.
Bununla ilgili farklı bir şeyle karşılaştınız mı? Sahneye gelmek isteyen olabilir, oyunu bölen olabilir.
Özgün Ç.: 3-4 oyunda bir karşılaşıyoruz. (Gülmeler)
Zor durumda kaldığınız oluyor mu? Çünkü oyunu devam ettirmek için konsantre olmanız da gerekiyor.
Ceren Ö.: Bizim şu an iki oyunumuz var: Biri “Dünyadaki En Güzel Şey” diğeri de “Dünyanın En Küçük Hikayesi”. Dünyadaki En Güzel Şey, ilk oyunumuz. Projelere yol açan oyun, 50’ye yakın temsil yaptık. İlk oyunlarla şu anki oyunlar arasında çok fark var. Çünkü çocukların nerede nasıl tepkiler verebileceğini aşağı yukarı tahmin edebiliyoruz şu anda ve o süreci iyi yönetebilmeye başladığımızı hissediyoruz. Ama yeni oyunumuzda şu anda kavrama aşamasındayız. Her oyun bizim için sürpriz. Yeni oyun da o dediğinizi daha fazla yaşıyoruz. “Şu an ne olacak? Beklemediğimiz bir tepki olursa nasıl yönetiriz?” gibi içerde öyle bir mekanizma işliyor tabii.
Özgün Ç.: Geçen gün şöyle bir şey oldu. Bergama’da oynadık. Oradaki bir çocuk, kuklalarla oynamak istedi. Biri penguen biri de oyuncak bebek. Kuklalar kendi aralarında konuşurken çocuk o kadar heyecanlandı ki sahneye çıkıp onları tutmak istedi. Çıktı sahneye ve onlara dokundu. O çıkınca diğer çocuklar da hepsi birden sahneye geldi ve kuklalara dokunmak istediler. Oyun durdu tabii 15-20 saniye kadar. Sonra biz bir şekilde onları oturttuk. Siz oturmadan konuşamayacaklarmış, dedik. Oturdular ve biz de oyuna devam ettik. Böyle şeyler oluyor.
Tülin S.: Şöyle ellerini uzatıp yağmur yağıyor mu, yağmıyor mu diye bakmaları falan çok hoş.
Assitej Genç Sahne’nin yapısından bahseder misiniz? Assitej nedir?
Tülin S.: Assitej, Fransızca’dan geliyor. Uluslararası Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Birliği’nin Fransızca baş harflerinden oluşmuş. Bu birlik, Unesco’nun çatısı altında kurulmuş bir birlik. 1965 yılında galiba oldukça eski. Ülkeler üye oluyorlar birliğe ve şu anda 80 ülke üye. Dünya çapında son derece gelişmiş bir birlik. Bunun başlıca amacı, çocuk ve gençlik tiyatrosunu sanatsal olarak destekleyecek uluslararası çapta çalışmalar yapmak. Sanatçıları bir araya getirmek, deneyim alışverişi yapmak, etkinlikler, festivaller düzenlemek, dergiler, kitaplar yayınlar çıkarmak. Bana sorarsanız uluslararası birlikler içinde en etkin çalışan özellikle tiyatroyla ilgili birimlerden bir tanesi Assitej. Şöyle çalışıyor: Assitej’in merkezi, genel sekreteri neredeyse oraya taşınıyor. Sabit bir yer yok. Dolayısıyla son derece demokratik bir örgütlenme biçimi aslında. Diğerlerini içime almayacağım gibi bir şey yok. Dolaştığı için şu anda Danimarka’da. Bundan önce Arjantin’deydi. Şu anda genel başkanı Güney Afrikalı ama genel sekreteri Danimarkalı olduğu için merkez Danimarka’da.
Özgün Ç.: Saymanı da İtalya’da. Yani çok uluslu. Yönetim kurulu da farklı ülkelerden.
Tülin S.: Seçim yapılırken ülkelerden aday oluyorlar. Her ülkeden bir kişi oluyor. 80 ülke var, 16 kişi seçiliyor. Değişik ülkelerden kişiler oluyor. Üyelere çok dikkat ediliyor. Mesela Afrika kıtasından mutlaka bir üye olmalı, Amerika kıtasından bir üye mutlaka olmalı. Çok etkin bir biçimde çok geniş bir alanda çalışıyorlar.
Ceren Ö.: Türkiye merkezi de var. Türkiye merkezinde biz Özgün’le ekibin üyesiyiz. Özgün, şu anda yönetim kurulunda. Biz Assitej bünyesinde kurulduk gibi oldu topluluk olarak ama ismen öyle olduk.
Özgün Ç.: Yani Assitej’in böyle bir birlik olduğunu duyurmak istedik. Aslında biz bağımsız bir topluluğuz yani. Assitej’den maddi anlamda herhangi bir destek alan bir topluluk değiliz. Ama biraz Assitej’i de duyurmak tanıtmak amacıyla başımıza Assitej’i aldık. Bir de topluluktan Tülin hoca ve Soren, biri Danimarka biri Türkiye’nin iki üyesi olduğu için de öyle yaptık.
Oyun seçiminizde önem verdiğiniz, dikkat ettiğiniz nokta nedir? Metinleri neye göre seçiyorsunuz?
Ceren Ö.: İki oyunumuzun da yazarı aynı kişi. Aslında ikincisini seçtik denebilir çünkü bir sürü şey arasından onu beğendik.
Tülin S.: Bir repertuvarımız olsa, şuna göre seçiyoruz, diyebiliriz ama henüz iki oyunumuz var. En azından şunu söyleyebilirim. Birincisi çocukları ciddiye alan ve çocuklarla hakikaten bir deneyim paylaşmak isteyen bir ortam gördük her ikisinde de. Yazar gerçekten çocuklarla hakiki bir deneyim paylaşmak istiyor. Bu bizi çok ilgilendiriyor. İkincisi çok samimi paylaşıyor. Üçüncüsü de her zaman bir oyunun yetişkin katmanı da olmalı diye düşünüyoruz. Özellikle ilk oyunda bu katman çok net. Onun için bizi en başta çarptı. Ona ilk evlat muamelesi yapıyoruz biraz da. O yetişkin katmanı iki nedenle önemli. Bir tanesi sanat eseri alt anlamı olmadan tek anlamlı yalın kat bir şey değildir. O, onu sanat eseri olarak değerli kılan bir şeydir. İkincisi de o katman yetişkine hitap ediyor. Belki de mottoyo da bunu yazmak lazım. Çocukların her zaman yetişkinlerle beraber oyun seyretmelerini istiyoruz. Bakın tüm Hollywood filmlerine. Çocuklarla beraber hepsinin yetişkin katmanı var şöyle ya da böyle. Yetişkinler bile birkaç kere seyrediyorlar. Dolayısıyla çocuk yetişkinle dünyasını paylaşabiliyor. Bizim oyunlarda da bunu istiyoruz. Oyundan çıktıklarında kafalarında bir şey kalsın, düşünsünler. Soren, oyunların öyküsünü yazarken ben yanındaydım. O yazıyor ben çeviriyorum. Bazı yerleri çok sert gelmeye başlamıştı. Oyunun bir yerinde yıkıntılar arasından Mehmet Amca çıkıyor. Tam o sırada da Güneydoğu’daki olaylar vardı. Bunu konuştuk ve dedik ki çocuğun duygulanmasından kaçınmamak lazım. Üzülecekse üzülecek, sevinecekse sevinecek. Onun da duyguları var, o da insan. Dolayısıyla meseleyi basitleştirmeyen, malzemesini gereği gibi ele alan ve gerçekten samimi bir şey paylaşmak isteyen öyküler bizi çarpıyor.
Ceren Ö: Belki tabu meseleler üzerine de bir şeyler söyleyebiliriz. Çocuk tiyatrosunda bazı tabu meseleler var. Aslında yetişkin tiyatrosunda da var ama çocuk tiyatrosunda çok daha belirgin. Çocuğun korkması, canavar gibi imgeler, aşk da tabu oluyor bazen. Bir biçimde bunlardan kaçmayalım ve çocuğun bunlara ilişkin duyguları da deneyimleyebilmesine olanak tanıyalım. Metinler ve sahnelemede buna özen göstermeye çalışıyoruz. Çünkü önemli olan o duygu hayatta yokmuş gibi davranmak değil, onu bir şekilde tanımasını sağlamak. Bunu da bir sanatsal deneyim içinde yapmasını sağlamak çok önemli. Ölümü tanıyabilmesi mesela. Ama yaş grubuna göre ne kadar süre o duygunun içerisinde kalacak o önemli. Çünkü onun içinde uzun süre kaldığında başka bir şeye dönüşebilir.
Özgün Ç: Bu yaş grubu meselesinden biraz bahsetmek istiyorum. İki oyunumuz da 3-6 yaş, yani okul öncesi yaş grubu için. Oyun seçiminde bu da önemli. Soyut somut evreye, çocuğun evrelerine de pedagojik olarak dikkat etmek gerekiyor ya da bazı soyut duyguları anlayabiliyor mu, kaç yaşında hangi duyguları daha net anlayıp ifade edebiliyor, gibi bazı teknik meseleler de var. Bu konuda Tülin hoca çok uzman birisi. Ona da dikkat ediyoruz. Bir de bence biz minimalliğe özen gösteriyoruz. Metin seçimlerinde atmosferin de metnin de oyunculuk biçimlerimizin de biraz daha minimal olmasını önemsiyoruz. Büyük prodüksiyonlu oyunlara ön yargıyla yaklaşmıyoruz ama biz biraz daha az seyir kişisine, en fazla 50-60 çocuğa hitap edecek şekilde kuruyoruz oyunlarımızı. Bu sakinliğin ve minimalliğin de onlara iyi geleceğini düşünüyoruz çünkü şu an çok fazla gürültülü oyunlar yapılıyor. Sesler çok yüksek veriliyor. Çocukların coşması eğlenmesi genelde isteniyor. Biz biraz daha başka türlü, sakin bir deneyimle karşılaşmalarını önemsiyoruz.
Ceren Ö.: Hatta gittiğimiz okullarda, kreşlerde hoparlör ses sitemine ihtiyacınız var mı diye soruyorlar. Çünkü müzik çalacağımızı düşünüyorlar. Karşılaştıkları birçok örnek öyle. Ama biz enstrümanları kendimiz çalmaya gayret ediyoruz.
Tülin S.: Canlı müzik yapıyoruz yani.
Gördüğüm kadarıyla oyunların yaratıcı bir yönü de var. Deniz kabuklarının kullanılması ve kullandığınız müzik aletleri çocukların ilgisini çekiyor.
Özgün Ç.: Evet her oyunda mutlaka soruyorlar ‘‘Bu müzik aleti ne?’’ diye. O da bizim çok hoşumuza gidiyor. Daha önce belki görmedikleri müzik aletleriyle karşılaşmış oluyorlar ya da hiç müzik aleti olarak düşünemedikleri şeylerin müzik aleti yapılabildiğini görüyorlar.
Tülin S.: Bu grupta sanat eseri ortaya çıkarmayı önemsediğimizden malzemenin gereği olan şeyleri sonuna kadar işliyoruz. Bizim rahmetli Sevinç Sokullu Dil Tarih’te çocuk tiyatrosu bilincini uyandıran en önemli hocamızdır. Sevinç Sokullu ticari oyunlar için şöyle derdi: “Çocuğunuzu sirke götürün daha iyi, daha çok eğlenir.” Çok doğru. Büyük prodüksiyonlardan değil de ticari prodüksiyonlardan bahsediyorum. Bangır bangır müziği koy. Bir iyi bir kötü tavşan sahnede koşuşsun. O zaman sirke gittiğinde daha becerikli insanlarla karşılaşıyorsun. Burada çocuklar duygulansın ve ortak bir dünyayı paylaşalım istiyoruz.
Oyunlarınızda ön plana çıkan unsur nedir? Çocuklarda duyguların ön plana çıkması ve sakin bir anlatımı tercih ettiğiniz gibi bir izlenim edindim ben. Bunula ilgili neler söylemek istersiniz?
Tülin S.: Ele aldığımız her şey çocuğun referans alanında olsun istiyoruz. Gerçekten onlarla karşılaştığı bir dünya olsun. Çünkü birçok çocuk oyununda, aslında çocuğun hiç ilgisi olmayan konuların çocuğun meselesi gibi sahnelendiğini görüyoruz. Büyük meseleler, savaşlar gibi. Çocuk büyük meselelerle ilgilenmesin demiyoruz ama o meselelerin çocuğun alanında olan kısmıyla ilgilensin istiyoruz.
Oyunlarınızın içeriklerinden bahseder misiniz?
Ceren Ö.: Tülin hocanın söylediği şey bizim Dünyadaki En Güzel Şey oyunumuzda şöyle yansıyor: Oyunda iki anlatıcı ve bir oyuncak dünyası var. İki anlatıcı, dünyadaki en güzel şey oyuncaktır, sözüyle geliyor. Tiyatro perdesinin arkasında da oyuncaklar var. Fakat işler planlandığı gibi gitmiyor çünkü bütün oyuncaklar kırılmış. Oyuncak dünyası tahrip olmuş. O oyuncak dünyasında yıpranmış oyuncak bebek buluyorlar ve iki anlatıcının bu dünyayı bebekle ilişki kurarak anlatma süreci başlıyor.
Bu aslında yıkılmış bir dünya. O dünyadan uzaklaşmaya çalışan iki kişinin hikayesi ama çocukları referans alan bir dünya. Aslında o dünya bir oyuncak dünyası. Yetişkinlerin gözünden bir göç hikayesi gibi.
Tülin S.: O metaforik dili öyle kuruyoruz. Aslında kurulmuştu. Çünkü bütün yaratıcı zihin Soren. Bizim de çok hoşumuza gitti düşünsel olarak.
Özgün Ç.: Çocuklara ‘‘Dünyadaki en güzel şey nedir?’’ diye soru soran bir şarkı söylüyoruz. Biz böyle sorunca büyük meseleleri izlemeye alışkın olan çocuklar buna sevgi, barış, dostluk, altın, gümüş gibi cevaplar veriyor. Sonra perdeyi açıp oyuncakları gösterince ‘‘Dünyadaki en güzel şey oyuncaktır.’’ dediğimizde bir yandan çok şaşırıyorlar ama bir yandan çok seviniyorlar. Çünkü içlerinden geçen şeyin bu olduğunu fark ediyorlar. Evet, şu anda dünyadaki en güzel, en önemli şey oyuncak onlar için. Çünkü oyun çağındalar ve oyuncaklara bayılıyorlar. Dolayısıyla oradan çocukları yakalıyoruz, kendi dünyamıza çekmeye başlıyoruz.
Tülin S.: O dünyayı da tahrip eden oyuncak canavarı aslında.
Özgün Ç.: Evet ama oyuncak canavarını sahnede göstermiyoruz. Çünkü o yaştaki çocuk için korkunç bir şeyi somutlaştırıp göstermek pedagojik açıdan doğru olmayabilir. Kötü bir şey buna neden olmuş diyoruz.
Dünyanın En Küçük Hikayesi oyununuzdan da bahsedebiliriz, hazır oyunları konuşmaya başlamışken.
Özgün Ç: “Dünyanın En Küçük Hikayesi” bir arkadaşlık, dostluk hikayesi. Bu oyunda da yetişkin katmanı yine var ama daha çok çocuklara hitap eden bir oyun. Bu da okul öncesi 3-6 yaş grubu için. İkimiz anlatıcı olarak başlıyoruz. Bir oyuncak bebek uykusundan uyanıyor ve kendine benzemeyen başka biriyle dostluk kuruyor. Bundaki ötekilik hikayesini yetişkinlere hitap eden katman olarak düşünüyoruz. Bir bebek ve penguenin arkadaşlık hikayesi. Bu oyunda biraz daha imgeler, imajlar ön planda. Hikayesi var elbette ama ilk oyun kadar sıkı dokunmuş hikayeden ziyade imgeler çok. Mesela ışıkla desteklediğimiz bir yağmur oyunumuz, çizme değiş tokuş oyunumuz, penguenin balık yemesi gibi oyunlarımız var.
Evet, penguenin bütün balığı yeyip sonra kılçığının çıkması benim de ilgimi çekti. Bu nasıl oluyor?
Tülin S: Ne güzel ya! Yetişkini de etkilediysek ne hoş. Röportaj bitince anlatalım. Bazen şöyle şeyler geliyor: “Aaa hakikaten yedi, hepsini mi yiyecek?” gibi. Benim gözlemim oyunların yanı sıra farklı malzemeler kullanılması ilgi çekiyor. Penguenin balık yemesi, şemsiyeler, çizmeler ilgi çekici.
Soren’in zaten çok muzip bir yönü var. Bu kılçık çıkarma muhtemelen onun aklından çıktı. Esprili yaklaşıyor meseleye. Aslında da ilkinde de öyle. Aslında acıklı bir hikaye ama son derece komik bir hikaye haline geliyor.
Sahneleme açısından çocuk tiyatrosunun yetişkin tiyatrosundan farkları nelerdir?
Tülin S.: Aslında pek farkı yok. Şöyle diyebilirim. Zaten çocuk için malzemeyi seçiyorsunuz başta. O malzemenin gereği olan sahnelemeyi de otomatik olarak gerçekleştiriyorsunuz. Dolayısıyla o malzemeyi yetişkin için seçmeyeceğinizden öyle bir rejiyi yetişkin için yapmayabilirsiniz. Ama sanatsal olarak istenilenleri yerine getirme bağlamında hiçbir farkı yok.
Özgün Ç.: Yetişkinler için de çocuklar için de oyunlarda karakter var. Oyuncunun çalışması olarak söyleyecek olursam yine bir karakter yaratıyoruz. Yine bir karakter sürecinden geçiyoruz. Karakter ne istiyor, amacı ne? Bu karakterin bir dönüşümü var mı varsa o dönüşüm nasıl oluyor. Yani aslında yine yetişkinler için yapılan tiyatrodaki oyuncunun kaygıları ya da gerekleri aynı şekilde bu oyun için de işliyor. Teknik olarak da belki de daha bile fazla hüner isteyebilir. Mesela daha önce ikimiz de bu enstrümanları çalmıyorduk, oyun için öğrendik. Ben mandolin çalmaya başladım. Arkadaşım akordeon, melodika, deniz kabuğu çalıyor gibi. Çalarken bir yandan dans etmeye çalışıyoruz. Aslında epey zorlu bir süreçten geçiyoruz. Kukla oynatmak da başlı başına başka bir alan, onu da öğrendik oyun için. Sağ olsun, Tiyatro Tempo’dan Savaş Bayram kuklalarımızı yaptı. Haluk Yüce bize nasıl oynatılacağını gösterdi, öğretti. Dolayısıyla çok uzun prova süreçleri geçirdik. İlk oyunumuzu 1 yıla yakın, ikinci oyunumuzu da 3-4 ay kadar prova ettik. Yetişkin oyunu çalışmakla çocuk oyunu çalışmanın hiçbir farkları olmadığı gibi çocuk oyunu belki biraz daha zahmetli.
Tülin S.: Çocuk oyunlarında bazı şeylerin tekrarı çok önemli. Aslında herhangi bir sanat eserine de baktığınızda yapı meselesi ve yapı tekrarlar üzerine kurulu. Ama burada o tekrarları özenle, daha dikkatle seçmeniz gerekiyor. Çünkü çocuk bir seferinde rasyonalize edemezse ikincisinde edebilir ya da üçüncüsünde edebilir veya ilkinde kaçırırsa ikincisinde yakalayabilir. Rejide bir tekrar meselesi var. Tekrar zaten bazı yapıların altını çizmek için de gerekli.
Ceren Ö.: Bir yetişkin oyununa göre rejinin seyirciden geri bildirim anlamında aldığı şey çok daha fazla oluyor bence ve çok daha net oluyor. Oyunu oynamaya başladığımız andan itibaren nerenin daha iyi işlediğini nereyi revize etmemiz gerektiğini hissetmeye başlıyoruz. Birkaç gösterim daha tartıyoruz sahiden böyle mi diye.
Çocukların tepkilerine göre şekillendiriyorsunuz yani?
Ceren Ö.: Evet. Bir de onlar çok doğal olduğu için, kendilerini filtrelemedikleri için hemen karşılığını alıyoruz. İşlemeyen sarkan yer hemen görünüyor.
Tülin S.: Çok yanlış anlaşılan bir şey de var. Çocuk tiyatrosu oyunculuğu diye bir şey varmış gibi düşünülüyor. Öyle bir şey yok aslında. Oyunculuk oyunculuktur. Ama hakikaten şu çok net: Bazı oyuncuların sahnede hiçbir sempatisi yok. Onları yetişkin tiyatrosunda idare edebilirsiniz ama çocuk tiyatrosunda mümkün değil. Hiç iletişim kuramıyorlar. Yani çok iyi oyuncu, çıkıyor sahneye. Buz gibi. O an bitiyor. Bizim oyuncuların ikisinin de öyle bir sempatisi var zaten sahneye çıktıkları anda hemen kapıyorlar. Orada en önemli şey niyet. Çocukla iletişim kurmak istiyor musun? Yoksa bir oyun var oynayayım gideyim mi diyorsun? Oynayıp giderseniz zaten, geçmiş olsun. Yalnız burada oyuncuya da saygı duymak lazım. Öyle metinlerle karşılaştıralım ki oynamak istesin. Öbür yandan çok kötü metinlerle karşılaşıyorlar. Okuldayken öğrencilerime sorardım. Bir oyuna gittiğimizde bir tavşan var mesela. Hanginiz şu oyunda tavşan olmak ister? Var öyle hiç kimseyi özendirmeyen oyunlar. Çocuk tiyatrosu aslında amatörlük de hiç kaldırmıyor.
Özgün Ç.: Anında cevap verebilmek, bir terslik olduğunda partnerinle anında düzeltebilmek. Bu tür şeyler deneyim istiyor.
Ceren Ö.: Acemi olmamak lazım aslında.
Tülin S.: Evet “acemi” daha doğru aslında. Yoksa çok iyi amatör de olabilirsin.
Çocuk tiyatrosu sahnelenen mekanın özellikleri yetişkin tiyatrosundan farklı mıdır? Koltukların boyu, sahnenin yüksekliği gibi etmenler çocuk tiyatrosu için nasıl olmalıdır?
Tülin S.: Bu sorunun cevabını siz aslında hepimizden iyi biliyorsunuz ama bizi konuşturmaya çalışıyorsunuz. (Gülmeler)
Evet aslında okuyucular açısından önemli çünkü benim karşılaştığım sorunlardan bir tanesi çocukların sahneyi görememesi. Çocuk oyunları yetişkinler için yapılan tiyatrolarda oynandığı için bu tür sorunlar var. Siz nasıl gözlemliyorsunuz?
Özgün Ç.: Bu anlamda iyi sahne bulmak çok zor.
Tülin S.: Herhalde Türkiye’de bir tane Eskişehir’de, bir tane Bursa’da, bir tane de İstanbul’da var. Ben bir dönem dünyada çok fazla mekan gezdim. En kendiyle gurur duyan ülkelerden biri İsrail’di. 10 sene önce bir tane çocuk tiyatrosu açtılar herkesi gezdirdiler. 10 sene oldu o da açılalı. Dünyada da öyle bir algı yok. Çocuk tiyatro salonları yetişkinler için yapılıyor. Onun için de bazı ülkelerde çözüm olarak yüksek platformu olmayan herkesin eşit seviyede oturduğu, küçük salonlarda oynuyorlar. Ama standart kurumsal tiyatroların çocuk sahnesi yok maalesef.
Ceren Ö.: Bizim yaş grubundan bazısı koltuklardan düşüyor. Minder de tercih ediliyor ama oyunun süresi de elverişli olmalı oturmaya. Çünkü arkasını yaslayamıyor. Mesele şu aslında. Çocuğun oyun süresi boyunca fiziksel bir rahatsızlık hissetmemesi gerekiyor ki o fiziksel rahatsızlıktan dolayı oyunla ilişkisi kopmasın.
Özgün Ç.: Biz eğer sahne büyükse çocukları sahneye almayı tercih ediyoruz. Biz de aynı sahnede oynuyoruz. Minderleri koyuyoruz sahneye, çocuklar oraya oturuyor. Bir de çocukların görebileceği platform kurulursa o zaman çok güzel oluyor. Hem de seyirciye yakın oluyoruz. Öyle olduğunda bizim için ideal oluyor.
Tülin S.: Bir kere salonun yetişkin salonlarından en büyük farkı şu, çocuklar için daha küçük olmak zorunda. 100’den sonra çocuğa hitap etmek çok zor oluyor. Çünkü çocuğun varlığının hissedilmesini isteyen bir yapısı var. Merhaba dediğinizde gerçekten gözüne bakabileceğiniz bir mesafe olması lazım. Hatta en ideali ki, bazı zengin ülkeler öyle yapıyorlar: Çocuk binaya girdiğinden itibaren her şeyin kendine göre ayarlanmış olsun istiyor. İşte paltosunu çıkarıyor askılıklar onun boyuna göre. Bunlar çok ideal durumlar tabi.
Ülkemizde ailelerin çocuk tiyatrosuna bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz? Yoğun bir talep oluyor mu?
Tülin S: Ülkemizde, derken çok iddialı bir şeyden bahsediyoruz. Çünkü 80 milyonluk büyük bir ülkeyiz. Ülke için bir şey söylemek zor ama kendi çevremiz için söyleyebiliriz.
Ceren Ö.: Çok yoğun bir ilgi olduğunu düşünmüyorum. Her ailenin çocuğunu tiyatroyla buluşturmak istediğini zannetmiyorum çünkü öyle olsa çocuk tiyatroları çok daha fazla seyirci bulurdu. Maalesef böyle bir sıkıntı yaşıyoruz. Tüm tiyatro toplulukları gibi. Aslında bu anlamda yetişkin tiyatrosundan çok farklı değil. Tiyatro genel olarak seyirci bulmakta zorlanıyor. İstanbul’a çok hakim değilim ama Ankara için bunu söyleyebilirim. Biz başta didaktik olmaktan kaçınıyoruz demiştik ya, aslında ailelerin de çocuk tiyatrosundan bazen bunu beklediğini görüyorum. Yani çocuğa bir şey öğretsin diye çocuğu tiyatroya getirdiğini ve böyle bir şeyle karşılaşmadığında şaşırdığını, hatta bazen gördüğü şeyi öyle bir yöne çekmeye çalıştığını görüyorum. Mesela oyuncaklarını kırarsan sen de oyuncak canavarı olursun gibi cümleler kurabiliyorlar. Öyle birtakım algılar var maalesef ama daha fazla o algıya oynamayan pekiştirmeyen oyunlarla karşılaştığında insanlar bence onların da bakışı değişecektir, diye düşünüyorum. Öyle bir umuda doğru bir çocuk tiyatrosu yapıyoruz. Karşılaştığım yorumlardan gördüğüm minimalizm, sadelik ve sakinlikten etkileniyorlar aileler. Demek ki öyle bir ihtiyaçları varmış.
Tülin S.: Bir de eğitim seviyesi yükseldikçe ilgi artıyor gibi. Çünkü bize gelen seyircilerin çoğu daha eğitim seviyesi yüksek ailelerin çocukları.
Özgün Ç: Kendileri tiyatroya giden insanlar çocuklarını da tiyatroya götürüyorlar. O önemli bir şey. Ama Devlet Tiyatrosu’nun etki alanı çok. Dolayısıyla bu tür küçük, alternatif grupları çok bilmiyorlar. Devlet Tiyatrosu’na götürmeyi tercih ediyorlar yetişkin tiyatrosunda olduğu gibi. Biz çocuk tiyatrosunu bir yandan alternatif bir topluluk olarak yapıyoruz. Dolayısıyla iki kere zor. Kendisi de alternatif tiyatroyu takip eden veliler çocuklarını getiriyorlar. Biz gelen kitleden genel olarak memnunuz ve Ceren’in dediği gibi takip eden velilerin de karşılaştıkları şeyle şaşırması bizim hoşumuza gidiyor. Oyunları algılayışları şaşırarak ama genelde olumlu oluyor. Demek ki böyle çocuk tiyatrosu yapılabiliyormuş, bangır bangır müzik çalmasına gerek yokmuş gibi olumlu tepkiler aldık.
Tülin S.: Bir de ailelerin tutumu konusunda şöyle ters bir durum var. Aileler eğitici oyunlara götürmek istiyorlar. Bazen soruyorlarmış ‘‘Ne öğretiyor bu oyun?’’ diye. Öğrettiği bir şey yok deyince bayağı bozuluyorlarmış. Fakat çocuk didaktik oyunlar seyretmek istemiyor, çok sıkılıyor. Dolayısıyla aile o tür oyunlara götürdüğünde çocuk tiyatrodan soğuyor. Benim çok yakın çevremde, beni tiyatroya götürme, diye tepinen çok çocuk var. Maruz kalmış o tür tiyatroya. Kardeşimin oğlu bizim oyuna zorla geldi. Çünkü okuldayken bir sürü tiyatro gelmiş, çok kötü oyunlar seyretmişler. Bu yüzden istemiyor çocuk. Ailenin tutumu o açıdan çok hayati, kritik bir şey. Bir kere aile ısrar edecek ama ısrar ettiği oyunun ne olduğunu bilecek ki ikinci defa çocuğu hayal kırıklığına uğratmasın. Ama belli bir mekan, bir merkez sürekli olarak gidip gördükleri bir yer olsa… Aileler de mesela Tiyatro Tempo’ya aileler daha çok götürüyor çünkü biliyorlar artık. Biz de Tiyatro Tempo’da oynadığımızda daha çok seyirci geliyor. Ailelerin tutumu da tek başına olacak bir şey değil. Yine dönüp dolaşıp ona geliyoruz. Bu bir kültür politikası meselesi.
Sizce tiyatro nasıl desteklenmeli?
Tülin S.: Bu aslında devletin kültür politikası meselesi. Devletin bir kültür politikası olacak ki tiyatronun ihtiyaçlarının neler olduğunu saptayıp onlara cevap verecek bir plan program yapsın. Herhalde burada da en önemlisi mekan sağlamak. Tiyatro mekanı çok pahalı bir şey çünkü. Biliyorsunuz ki bir mimar olarak mekan bir cazibe merkezi haline geldiği zaman etrafında bir hayat oluyor. AST’ın hala AST olarak kalmasının en büyük nedeni mekanı. İkincisi tabii bağımsızlığına karışmadan tiyatroları sahiplenip onu finansal olarak desteklemeli. Ama finansal olarak desteklemek demek ille eline para vermek demek değil. Farklı ülkelerde bunun farklı örnekleri de var. Yeter ki tiyatroları sanat kurumu olarak kabul etsin eğlence kurumları olarak değil. Çünkü şu an eğlence yeriymişsiniz gibi bir vergi ödüyorsunuz. Bunları tek tek saydığımızda çok şey çıkıyor ama hakikaten sanatsal kurum olarak kabul ettiği andan itibaren zaten bunların hiçbirini yapmayacak. O yüzden bir politika belirlemesi lazım. Böyle; karakucak 3 tiyatro başvuruyor, 3 tanesine yardım ediyorum, 8 tanesi dışarıda perişan oluyor, gibi deorganize bir durum var dışarıda. Organizasyon problemi var bizde.
Finlandiya’da çocuk tiyatrosunda okullar festival gibi bir şey yapıyor. Okullar, yöneticilere gelip oyun seçiyorlar. Sonra okullarına gidiyorlar. Diyelim ki festivalde 3 tane oyun beğendiler. Bunları satın almak istiyoruz ,diyorlar ve tiyatrolara haber veriyorlar. Tiyatrolar bunları devlete bildirdikleri andan itibaren o okulda satılan biletin yarı parasını devlet veriyor.
Özgün Ç.: İtalya’daki La Baracca’da da ona benzer bir destek var. Onlar da İtalya’da sadece çocuklara tiyatro yapan bir topluluk, hem de mekan. Belediye onlara mekanı tahsis ediyor. Yani mekana kira vermiyorlar. Belediyenin onlardan istediği tek şey mekanı işletmeleri ve iyi çocuk tiyatrosu yapmaları. Bir de 365 gün açık olmasıymış. Çok önem veriyorlar. Maalesef Türkiye’de böyle şeyler yok ama olmasını isteriz.
Gelecek oyunlarınızdan, projelerinizden bahseder misiniz?
Tülin S.: Biz sadece çocuk oyunları yapmak üzere kurulmadık. Yetişkin oyunu da yapmayı düşünüyoruz. Ama şu anda yaptığımız işten çok memnunuz. Ama bir alana odaklandığınız zaman hep onun etrafında düşünmeye başlıyorsunuz. Bu alanda yazılan çok iyi kitaplar var. Şimdi onlar bizim ilgimizi çekmeye başladı. Çok iyi öyküler var. Onlardan uyarlama mı yapsak, diye düşünüyoruz. Net bir şey yok ama kafamızda birkaç tane hepimizi heyecanlandıran öykü var. Onlardan herhalde yapacağız. Net bir şey olmamakla beraber yetişkinlere, ya da çocuklara iyi öyküler bulup oyunlar yapmaya devam etmek istiyoruz.
Bu güzel sohbet için Assitej Genç Sahne ekibine çok teşekkür ediyoruz.