Uymazcı ”Sinoplu Diogenes”

Bugün yeni bir “dünya” ile tanıştım. Uyanmak gibi bir şeydi, uyuduğumu hissettim. Rüyaya dalmak aslında basit, ama kaçımız rüyada olduğunun farkında…

Tiyatro 1112 Garaj’ın Uymazcı ”Sinoplu Diogenes” adlı oyunununa bugün (03.10.18) tanıklık ettim. Birazdan yazacaklarım da bu tanıklığın hikayesi ve gördüklerimle alakalı…

Biraz pişmanlık yaşadığımı itiraf ederek başlayayım. Geçen seneden beri Tiyatro 1112 Garaj’ı biliyordum ama buraya gelebilmem bir yılımı aldı, daha önce gelebilmeyi isterdim.

Tiyatro deneyimi aslında oyun için alınan biletle başlıyor. Sonrasında sahneye doğru yol alıyorsunuz, bu yolu daha önce katetmemişseniz biraz merak uyandırıcı oluyor. Ama ne şanslısınız ki Tiyatro 1112 Garaj sizin için birkaç video hazırlamış. Yürüyerek ya da araçla sahneye nasıl geleceğiniz sahnenin YouTube kanalında mevcut.

Sahnenin olduğu alan alışılageldik bir konum olmadığı için yaşanan deneyim yine farklı. Örneğin ilk defa geliyorsanız “Yaaa o kadar video da izledik, acaba doğru yerde miyiz?” diye söyleniyorsunuz. Araçla iş merkezine (ATB) girince, sona kadar gidip sağa dönüyorsunuz bu kısım doğru 😊 Sonrasında kalabalığı ve sahnenin ışığını görünce içiniz ısınıyor. Sahneye giriş yapınca da bir iş merkezi kompleksinin içinde olduğunuzu unutuyorsunuz. Oyun öncesi vakitlice geldiyseniz çay, kahve ve atıştırmalık alabilirsiniz. Aç bile gelseniz kurtarıcılar var…

Gelelim oyuna

Oyun, Deli Diyojen’in sahneye yüksek perdeden girmesiyle başlıyor. O an bir irkilme hali ile uyanmaya başlıyorsunuz. Kendi hikayesini ne güzel anlatıyor, biraz tuhaf biraz eğlenceli. Günümüzden başlayıp geçmişe gidiyorsunuz. Oyunda mutlak bir an yok, bazı anlarda zaman duruyor gibi.

Zamanın durduğu anlar hikayenin örüldüğü yerler aslında. Bu anlar güzel işlenmiş, hikaye içinde nefes almanızı sağlıyor. Size bir an için dokunabilir oyuncular, orada çok korkmayın benim gibi, aramızda kalsın ama bazen “Dördüncü Duvar” üzerime yıkılacak sanıyorum.

Oyunun anlattığı hikaye, aslında kaçtığımız kendi gerçekliğimiz. AVM’lerin soğuk alanları, doymak bilmeyen iştahla her şeye saldırmamız, aşındırdığımız yollardaki insanlara kul köle olmamız. İşin tuhafı, daha medeni olduğumuzu zannettiğimiz şu günlerde bile Büyük İskender’den daha medeni değiliz.

Oyun kendi içinde geçmiş ile günümüz arasında değişken anlardan geçiyor. Örneğin, Büyük İskender ve Köpek Diyojen’in atışmaları eğlenceli ve akla soru işareti bırakan anlardı. Çokça detay verip büyüyü bozmak istemiyorum ama kullanılan dilin mizahi yönü oyunu eğlenceli kıldı benim için.

Oyunu elleri üzerinde taşıyan üç oyuncu, HAKAN SALINMIŞ, AYLİN SARAÇ ve CENGİZ SEZGİN sizi hiç yormadan, sıkmadan ve bunların yanında size dokunan bir performans sergiliyorlar. Sahnenin yapısı, kullanılan eşyalar, özellikle de yarısı yenmemiş pizza… Her birinin ayrı bir mesajı var. Öyle doğrudan göze batırılmadığı için düşündükçe anlayacağınız şeyler de olacaktır.

Ses ve ışık dengesi yerli yerindeydi. Arka fonda yer alan sesler vardı. Zaman zaman anlamaya çalıştım ama yormadı. Bazen olur, haddinden fazla olunca kulak kesilir, oyundan uzaklaşırım ama burada seçilen sesler beni oyundan düşürmedi.

Oyunda bir an çalan telefon melodisi geliyor, bunun için bir parantez açmak isterim ve açıyorum. İlk başta “Yaaa! Yine biri telefonunu açık mı unuttu?” dedim ama oyundan geliyormuş. Belki biraz nostalji yapılıp, hafızalara kazınan Nokia melodisi olabilirdi diye düşündüm. Bunun da anlattığı bir şey olurdu diye tahmin ediyorum.

Oyunda ben kendimi çokça sorguladım. Çıkınca sorgu sual devam etti. Aslında bir miktar uyanır gibi de oldum ama nasıl bir düzen içinde yaşıyorsak, telefonu elimize alınca yine aynı rüyaya dalıyoruz.

Son birkaç cümle ile kapatalım, siz oyuna gidince yeni bir sayfa açarsınız, ayrıca eleştirinizi içerik olarak tiyatro.co’ya da gönderebilirsiniz 😉

Erdem yasalarından biri vardı, sahiplenmekle alakalı…

Belki benim cahilliğim ama Köpek Diyojen, çok çok yeni olan Burger King’in tarihi ayarını gölgede bırakacak bir ayar verdi.

Eşyalar etrafa saçıldı, oyun bitti ve biz üzerinden geçtik…