Vahşi Batı

Mart ayında iki adet İstanbul Şehir Tiyatroları’na ait oyun izledim ve birçok yönden diğer izlediğim oyunlardan ayrılan Vahşi Batı oyununu sizlerle paylaşmak istedim.

Öncelikle ilk kez gittiğim Haldun Taner Sahnesi ile ilgili biraz eleştiri yapmak istiyorum. Tiyatro salonunun ambiyansı güzeldi fakat koltukların rahat olduğunu söyleyemeyeceğim. Bunu da biraz eski bir tarihi bina olmasına bağlıyorum. Merak edip araştırdığımda 1927 yapımı binanın daha önce itfaiye, hurda araç deposu ve meyve sebze hali olarak kullanıldığını öğrendim. Bu sahnenin diğer bir iyi özelliği Haldun Taner sahnesinin Kadıköy rıhtıma çok yakın olması. Oyun öncesinde veya sonrasında vakit geçirmek için iyi bir lokasyonda bulunmasının yanında ulaşım da kolay.

Oyuna gelecek olursak, oyunu tek kelime ile tanımla deseniz kesinlikle “çatışma” derdim. Oyun birbirlerine tamamen zıt iki kardeşim aralarında atıştığı bir sahne ile başlıyor. Oldukça eski bir hikâye olan kardeş çatışması bu oyunda işleri yolunda giden bir senaryo yazarı ve çölde yaşayan bir hırsız üzerinden ortaya konulmuş. Oyunun yönetmeni Ergün Üğlü bu zıt kutupları Amerika üzerinden şöyle tanımlıyor:

“Amerikan rüyası diye bir asırdır pazarlanan: İyi bir iş, güzel bir eş, bahçe içinde bir ev, iyi okullarda okuyan çocuklar, kapıda son model bir araba ve en önemlisi büyük kazanç ideali… Madalyonun arka tarafında ise modern dünya oyuncakları için ödenemeyen borçlar köleleşen vatandaşlarıyla depresif bir ülke!”

Oyun bana göre temposu düşük, durağan başlıyor. Sonrasında karakterlerin aslında küçüklükten beri birbirlerinin yerinde olmak istediklerini birbirlerine itiraf etmesiyle heyecan artıyor. Bu noktadan sonra oyunun içine dahil olmak hiç zor olmadı. Oyunda çok hoşuma giden bazı absürt tezat durumlar vardı fakat bunun dışında oyunun ruhuna uygun olarak güldürü öğelerine çok yer verilmemiş.

Oyunda tek bir dekora yer verilmesine rağmen bu dekor dinamik olarak kullanılmış ve oyunun anlatımına katkı sağlıyor. Bir örnek vermem gerekirse kavga ettikçe çöken duvarlar bize aradaki anlaşmazlığın boyutları hakkında güçlü hisler sunabiliyor. Oyunun son halindeki dekor ilk baştaki dekordan oldukça farklıydı tıpkı karakterler ve yaşanan olaylarda gelinen noktalar gibi.Oyuncuların gerçekten bu oyunun gerektirdiği her türlü eforu sarf ettikleri konusunda salondaki tüm seyirci ile hemfikir olduğuma eminim. Oyun fiziksel olarak da oynaması zor bir oyun. Dediğim gibi oyun zaten iki kardeşin kavgasına dayanıyor. Yeri geliyor bağrışmalar duyabiliyoruz, aradaki kavga boğaza sarılma noktasına bile gelebiliyor. Bu kadar uçlardaki duyguları hissettirmek büyük performans gerektiriyor.

Eleştirmek istediğim küçük bir ayrıntı ise oyunda kullanılan müzikler. Hatırladığım kadarıyla yalnızca sahneler arası geçişlerde müzik kullanılıyor fakat bana oldukça alakasız geldi. Yenilikçi müzikleri yüzyıllık tiyatro kültürünün içinde görmekten ben de keyif alıyorum fakat bu oyunda seyirci ile bağ kurmak konusunda bence başarısız olmuş.

Vahşi Batı oyununu izlediğime memnunum diyebilirim. Eğlenceliydi, keyifliydi gibi kelimeler kullanamam çünkü oyun size farklı şeyler hissettirmeye çalışıyor ve ne hissettirmek istediyse de başarılı bir şekilde sahneye koyuyor. Sam Shepard’ın bu eserini izlerken sizler de kim haklı, bu noktaya nasıl gelindi gibi düşüncelere dalabilirsiniz.