Arthur Miller, Karakterleri ve “Yükselişten Sonra”ları

“Sanırım, bu McCarthy sendromunun bir kalıntısı. Bugün hâlâ, sevmediklerini komünistlikle suçlamak isteyen insanlar var. Hatta o zamanlar Komite’nin neden başarısız olmuş olduğuna hayıflanıp bugün cadı avını tekrardan başlatmak isteyenlerin sayısı az değil. Böylesi kişiler şimdi basın yoluyla iftiralarını, yalanlarını ve çirkin dedikodularını yayma girişimindeler.” (Yükselişten Sonra, Gerhard Borris, Çev. Özdemir Nutku, Mitos Boyut Yayınları, 2005)

Gerhard Borris tarafından kaleme alınan Yükselişten Sonra, 1950’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde Hollywood ve sanat endüstrisinde yaşanan çirkin olayları, dönemin politik baskılarının insanlar üzerindeki etkilerini, medyanın manipülatif gücünü ve bu gücün kimler tarafından ne şekilde kullanıldığını anlatan başarılı bir eser. Oyun tüm bu hususları, Çağdaş Amerikan Tiyatrosunun en önemli temsilcilerinden Arthur Miller’ın sansasyonel hayatını merkeze alarak, ciddi ezberler bozarak ve izleyiciye pek çok soru sordurtarak anlatıyor.

Oyun, Arthur Miller’ın hayatına dair spekülatif iddiaları, Oscar Fisher isimli hayali bir karakter üzerinden ancak Arthur Miller’ın hayatında yaşanmış pek çok gerçeği de birebir yansıtarak sahneye taşıyor ve neyin gerçek, neyin kurgu olduğuna dair düşünmemizi istiyor. Yükselişten Sonra’nın konusu kısaca şöyle:

Oscar Fisher, dönemin en ünlü film yönetmeni ve senaristidir ancak son zamanlarda komünist olmakla suçlanmaktadır ve yakın bir zamanda komite önünde bu konuyla ilgili ifade vermesi gerekmektedir. Fisher ve menajeri, Fisher’ın bir zamanlar komünist gruplarla olan ilişkisinden ve Fisher’ın komünist olarak fişlenmiş arkadaşlarından dolayı bu ifade verme sürecinden çekinmektedir. Çünkü dönemin Amerika’sında komünistlere karşı bir cadı avı mevcuttur ve Fisher’ın komünist olarak fişlenmesi kariyerinin sonu olacaktır. Fisher’ın menajeri yaşanan bu durumdan Fisher’ı kurtarmak için bir yol bulur. Fisher, dönemin en ünlü Hollywood seks ikonu olan Mary-Ann Parker ile evlenecek böylece insanların onun hakkındaki algısı değişecek, komiteye ifade vermeye gitse bile hiçbir şekilde komünizm ile suçlanamayacaktır. İkili, planı devreye koyar. Fisher eşinden boşanır ve Mary-Ann Parker ile evlenir. Bu evlilik pek uzun sürmez, ikili uyumsuzdur ve aralarında bir sevgi bağı yoktur. Nitekim, Mary-Ann Parker yaşadığı depresyonun ardından intihar eder. Bu ölüm üzerine, Fisher’ın hayatını sorgulayan bir gazeteci canlı yayında Fisher’ın gerçek yüzünü ortaya koymak ister ancak daha sonrasında Fisher’ın menajerinin şantajlarıyla geri adım atar ve medya önünde de Fisher’ı aklamak durumunda kalır. Fisher bir şekilde kariyerini kurtarır fakat bu süreçte yitirdiği eski arkadaşları, intihar eden Mary-Ann, içine girdiği düzenin kirli çarkları onda bir rahatsızlık yaratır.

Görüleceği gibi Oscar Fisher karakterinin yaşadıkları Arthur Miller’ın hayatı ile büyük benzerlikler taşıyor. Gerçek hayatta Miller’ın, Marilyn Monroe ile yaptığı evliliğe benzer bir evlilik yapması, bu karakterin buhrana girerek intihar etmesi ve eşinin ardından onun hakkında bir senaryo yazması gibi gerçek hayatla birebir örtüşen olaylar mevcut. Gerhard Borris zaten Fisher karakteri ile Arthur Miller’ı anlattığını da gizlemiyor. Nitekim oyunun adı Yükselişten Sonra, Miller’ın Düşüşten Sonra isimli oyununa açık bir göndermede bulunuyor.

Bu yazının amacı Miller’ın hayatı hakkında spekülasyon yapmak değil. Miller’ın, Monroe ile olan evliliğinin oyunda olduğu gibi komünizm suçlamalarından aklanmak için yapıldığı gerçek hayatta çok kez iddia edilmişse de tüm bunlar hiçbir zaman ispat edilememiş ve söylentiden öteye gidememiştir. Bu yazının amacı, Arthur Miller tragedyalarındaki karakterlerin ve dahası kendisinin onun yansıması olarak anlatılan Oscar Fisher karakteri ile olan şaşırtıcı benzerlikleri ve Yükselişten Sonra’larına bakmaktır.

Öncelikle Arthur Miller’ın yansıtıldığı Oscar Fisher karakterine bakalım. Fisher iç çatışmaları olan bir karakter. Komünist olarak suçlanmakla ilk başlarda pek bir derdi olmasa da özellikle menajerinin manipülasyonlarına kanarak bu yolda Mary-Ann ile sahte evlilik yapıyor, eski komünist arkadaşları ile iletişimi geçiyor, oyunun sonu itibarıyla ise medya-Hollywood arasındaki kirli çarkın bir parçası oluyor. Tüm bunları en başta istemese hatta bunlara süreç içinde karşı çıksa bile olanlara hiçbir direnç de göstermiyor. Fisher’ın iç çatışmaları oyunda özellikle açık bir şekilde değil, ucu açık şekilde veriliyor. Komünist olarak fişlenen eski bir arkadaşının artık iş bulamamasından dolayı intihar etmesi üzerine yaşadığı buhran, Mary-Ann ile evlendikten sonra boşandığı eşiyle olan kimi konuşmaları bu hususa örnek verilebilir.

Miller’ın Orta Çağ’daki cadı avlarına benzeyen ve insanların artık sevmedikleri herkesi komünist olarak suçlayıp hayatlarını kararttıkları McCarthy dönemine göndermede bulunarak yazdığı Cadı Kazanı oyununda, kişisel hataları olan ancak topluma zararları olmayan insanların, bir iftira üzerine hayatlarının nasıl karardığını görüyoruz. Cadı Kazanı’nın protagonisti Proctor, toplum içinde sevilen düzgün bir figür olsa da eşini Abigail ile aldatarak büyük bir acı ve kefaret ödeme düşüncesine giriyor. Yine de Proctor’un yaşadığı durum kendisi ve eşiyle arasında olsa da kıskançlık krizlerine giren Abigail’in attığı iftiralar ile kendisini cadılığa yardım suçlamasıyla karşı karşıya bulan karakter, işlemediği bu suçu itiraf ederse hayatının bağışlanacağı söylenmesine rağmen bu suçlamalara karşı dik duruyor ve bir yalanı itiraf etmektense, bir iftira nedeniyle öldürülmeyi seçiyor. Proctor’un ölümü seçmesindeki bir başka neden de hiç kuşkusuz başka insanlara iftira atmak istememesi. Böylece Proctor bir nevi eşini aldattığı için kefaretini ödüyor ve ölüme gidiyor. Miller burada Proctor karakteri üzerinden belki kişisel, belki toplumsal bir günah çıkarırken izleyiciye, McCarthy dönemi yaşanan cadı avları sonunda iftiralar sonucunda sönen hayatları, kusursuz insan olmadığını ancak yaşadıkları sonu da hak etmediklerini başarılı bir şekilde aktarırken, insani kusurların ve yanlışların yaşatabileceği trajik son gözler önüne seriliyor. Proctor karakterinin yükselişi onun toplumda saygın bir yere sahip olması iken, yükseliştensonrası hem kendi eylemi hem de maruz kaldığı iftira ile meydana geliyor. Bu bağlamda da Proctor karakterinin yükselişten sonrası, hem kendi eylemi (eşinden boşanıp sahte bir evlilik yapması) hem de iftira ile (sırf komünist olduğu için devlet düşmanlığı ile suçlanan) Oscar Fisher’a benziyor.

Yazarın diğer iki önemli eseri Satıcının Ölümü ve Hepsi Oğlumdu oyunlarında ise temel eksene alınan Amerikan rüyasının peşinden koşarken yapılan kişisel hatalar karakterlerin yükselişlerinin sonunu getiriyor.

Hepsi Oğlumdu oyununda Joe Keller yıllar önce para uğruna hatalı yedek parça satarak pek çok pilotun ölümüne sebep olsa da mutlu, Amerikan rüyasına uygun ve geçmişini unutmuş bir hayat sürüyor. Savaştan hiç dönmeyen oğlunun artık ölü olduğunu kabul eden Joe Keller’ın tek amacı diğer oğluna yüklü bir servet ve iyi bir gelecek bırakmak iken, tanımadığı onlarca pilotu öldürmesindeki yanlışının kendi oğlunun da hayatına son verdiğini öğrendiği an, intihar ederek büyük yükselişini kendi elleriyle sonlandırıyor. Bu noktada ilginç olan Joe Keller’ın tanımadığı insanların ölümü dolayısıyla hiçbir suçluluk duymazken, kendi oğlunun ölümüne sebep olduğunu öğrenmesi ve bu gerçeğin diğer oğlu ile arasında onarılamayacak bir çatlak oluşturacağını fark etmesiyle yıllar boyu sürdürdüğü bencilliği noktalaması. Oscar Fisher’ın oyun boyunca pek çok insanın komünizm nedeniyle fişlenerek sektörden dışlandığını bilmesine rağmen tepki göstermemesi ancak eski yakın arkadaşının intiharını öğrendiği an yaşadığı üzüntü bu karakterlerin benzeşen yükselişten sonraları.

Satıcının Ölümü oyununa geldiğimizde ise yaşlı satıcı Willy Loman, Joe Keller’a benzer bir şekilde ailesini Amerikan rüyası içinde yaşatmak istiyor ancak Loman’ın yıllardır yollarda olup çok çalışması onu ve ailesini hiçbir zaman ekonomik düzlüğe çıkarmıyor. Bu ekonomik darboğaz ile gelen tükenmişlik, aile içinde yaşanan sorunlar ilk başta klasik bir kuşak çatışması olarak algılansa da tüm sorunlarının başlangıcının Willy Loman’ın yıllar önce yaşadığı aşk kaçamağının oğlu tarafından fark edilmesi ve yıllar boyunca bu olayın hiç yaşanmamış gibi davranılması olduğunu öğreniyoruz. Yıllar boyunca bir hayal dünyasında yaşayan ve yaptığı hataların farkında olmadığı gibi, özellikle oğullarıyla ilgili gerçek dışı ama Amerikan rüyasına uygun hayalleri gerçek gibi kabul eden Loman, ailesinin içinde bulunduğu yıkımı başlatanın kendisi olduğunu fark ettiği an yaptığı hatanın bedelini ödemek için intihar yolunu seçiyor ve ailesine sigorta parası kalması için ölümüne kaza süsü veriyor. Loman’ın yükselişi diğer karakterlerden farklı olarak hayal dünyası içinde yaşadığı dönemde, gerçekleri görmemesi, yükselişinden sonrası ise geçmişindeki kırılma anını fark etmesiyle gerçekleşiyor. Hem Proctor hem de Joe Keller gibi o da yaptığı hatanın bedelini ödemek için son bir eylemde bulunuyor. Bu noktada Loman ile Oscar Fisher’ın özellikle geçmişlerine dair kendilerini kandırmaları, gerçeği fark ettikleri an (Fisher’ın intihar eden arkadaşına yeterince yardım edemediğini düşünüp kendini suçlaması) benzerlikler taşımakta.

Köprüden Görünüş oyunu, Cadı Kazanı’na benzer bir şekilde neredeyse tüm olay kurgusunu gerçek bir hikâyeden alıyor. Eddie bir göçmen olarak yaşadığı Amerika’da belki çok iyi şartlarda olmasa da rüyaya yakın olabilen iyi bir hayatı varken günbegün eşinin yeğenine duyduğu aşkla beraber yükselişten sonrasını hazırlıyor, en nihayetinde de bu yasak, karşılıksız ve saplantıya dönüşen aşk onun sonunu hazırlıyor. Eddie’nin bu saplantılı aşkı ile Fisher’ın sektörde var olma saplantısı arasında bağ kurabiliriz. Nitekim iki karakter çok farklı içerikte duygular yaşasa da bir saplantı ya da Fisher’da olduğu gibi bir var olma tutkusuyla kendi yıkımlarını hazırlıyorlar.

Her yükselişin bir düşüşü olması Miller’ın yaşamında da bu oyunlardaki karakterlerde de görülebiliyor. Bu bağlamda Gerhard Borris’in Arthur Miller’ı anlattığı Yükselişten Sonra oyunu, Miller’ın en bilinen eserleriyle bu şekilde ilginç bir bağ kuruyor. Tabii ki bu okumaları yaparken şunun farkında olmamız gerekiyor: Özellikle Oscar Fisher’ın yaşadığı içsel yıkım, Miller oyunlarındaki karakterlerin sonlarıyla fiziksel olarak değil, anlamsal olarak bir benzerlik kazanıyor. Ayrıca yukarıda belirttiğim gibi Miller’ın hayatına ilişkin spekülasyonların Yükselişten Sonra oyunundan ayrı tutularak, Oscar Fisher karakterini tamamen kurgusal bir karakter olarak görmemiz gerekiyor. Yine de Miller’ın hayatına dair ilginç olan şey şu ki yukarıda örneğini verdiğim ve tamamını Marlyn Monroe ile evlendiği 1964 yılından önce yani Yükselişten Sonra oyununda konu alınan çoğu spekülasyon hakkında daha var olmadan önce yazan Miller, yazdığı bu oyunlarda sıradan insanların şehvet, para hırsı gibi tutkularıyla kendi sonlarını hazırlamasını anlatırken, belki de farkında olmadan kendi geleceğini, fiziksel olmasa da içsel olarak yaşayacağı duygusal trajedileri kaleme almış oluyor.