“Yastık Adam” Oyunu Üzerine Tansel Aytekin & Göktuğ Metin ile Röportaj

1- Röportajımıza sizleri tanıyarak ve bir kült oyun olan Yastık Adam’a dâhil olma sürecini anlatmanızla başlayalım dilerseniz…

Göktuğ Metin: Şöyle bir süreç oldu, ben ilk Yastık Adam’ı duyduğumda, daha doğrusu oyumuzun yönetmeni Ozan Demircioğlu bana bu teklifi sunduğunda konservatuvardaydım, aktif olarak Bilkent Tiyatro Bölümü’nde 2. veya 3. sınıftaydım. 2. senesindeydi Yastık Adam. Benim rolümü başka bir arkadaşımız oynuyordu, onun yerine ben geldim. Zaten Tansel ağabeyi tanıyordum. Tansel ağabeyle aynı okuldaydık, eski mezun o. Ekibin geri kalanını da tanıyordum ve tanıdığım bir ekibin içine girmiş oldum aslında. O dönemde konservatuvarda okuduğum için, böyle çok vaktim olmuyordu bir oyuna girmek için hasret kalmıştım açıkçası. Bir hikâyeyi baştan sona götürecek durumunuz olmuyor ama olunca tadından yenmedi benim için diyebilirim. 2017 ya da 2018 olması lazım sürecin başlangıcı, sonra devamı geldi.

Tansel Aytekin: Ben öncelikle Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü’nü bitirdim. Sonra tiyatrodan ayrı kalamayacağımı düşününce Bilkent Tiyatro Bölümü’ne girdim. Göktuğ ile aynı okuldan mezunuz yani. Benim için de Yastık Adam serüveni şöyle, ben daha önce Devlet Tiyatroları’nda çalışmaya başlamıştım. Yine aynı şekilde oyunumuzun yönetmeni Ozan’la oradan tanışıyoruz. O sonra Yastık Adam’ı yapacağını söyledi. Ben de tabii ki dedim. Daha önce izlediğim bir oyundu ve sevdiğim bir metindi. İlk Cermodern’de başladık oynamaya. Aslında sene olarak uzun süredir oynanan bir oyun ama sayı olarak az oynanan bir oyun. Sonra ekipte 1-2 değişiklik oldu. Göktuğ aramıza katıldı. Hüseyin Oçan, Ariel rolünü devraldı, bu şekilde devam ediyoruz Yastık Adam’a. Onun haricinde yine tiyatro çalışmalarım devam ediyor.

2- Oyunu izlemeyenler için karakterlerinizi nasıl anlatırsınız? Yastık Adam’daki yazar Katurian ve kardeşi Michal’in hikâyesini bir de sizden duymak isterim.

Tansel Aytekin: Oyunu izlemeyenler izlesin tabii mutlaka. Martin Mcdonagh’ın yazdığı oyun aslında bir polisiye. Otokratik bir diktatörlükte yürütülen hiç bilinmeyen bir ülkede geçiyor ve bir yazar yazdığı öykülerden dolayı sorgulamaya çekiliyor. Burada zamanla öğreniyoruz ki yazarın engelli bir kardeşi var, doğuştan engeli olmayan aslında hayatın ona getirdiği bir engeli olan. Gördüğü işkencelerden sonra yaşadığı bir engeli var. Katurian her ne kadar ben kendi dilimden kendi yaşadığım öyküleri yazmıyorum dese de -ki bu doğru- yaşadığı kötü ve karamsar hava onu tamamıyla etkiliyor ve zaten oyunda da bahsettiğimiz üzere neredeyse hemen her öyküsünde bir ölüm ya da yaralanma geçiyor. Çünkü bu aslında 7 yaşından 14 yaşına kadar duyduğu, tanık olduğu, kardeşinin yaşadığı işkenceden kaynaklı. Psikopat bir anne ve babanın kardeşine yani aslında 1 yaş büyük abisine yaptığı işkenceden dolayı hikâyeleri tabii ki kötümser. Yaşadığı ve gördüğü şey bu ve çalıştığı iş de kasaplık ve metnin ilk sözlerinden biri “Benim bir şey kesip biçtiğim yok!” ile başlıyor. Ama yazarın yazdığı öyküde hemen herkesin bir sıkıntısı var ve çocukluktan getirdiği bir travması var. Bu travmaların yansıttığı bir durum var. Bunun üzerine çoğumuzun gözden kaçırdığı, bu asıl öykü polisiye ve diktatörlüğün olduğu bir ülkede geçen bir polisiye. Bütün bu karamsar ruh hâli, çocuklara yapılan işkence ve çocuklara yapılan tacizi anlatmasının üzerine bir ana çerçeve de bu. Bu gözle de bakılmalı metne, ben böyle düşünüyorum.

Göktuğ Metin: Yani oyunu spoiler vermeden anlatmak çok zor. İzlemeyen kişilere bunu anlatmak çok zor. Ama şunu söyleyebilirim, oyunun genel çatısı ve yapısı itibarıyla karanlığın o kadar güzel bir gösterimi yapılıyor ki. Her karanlığın sebebi ve karanlığın kendisini seyirciye o kadar güzel anlatıyor ki. İnsanların ne kadar mutlu gözükse de, ne kadar otoriter gözükse de, aslında ne kadar kırık dökük ve aslında herkesin aynı kırıklıklara farklı tepkiler verdiğini ve bu tepkilerin insanların kader deyip hayatında yaptığı seçimlerin nerelere varacağını gösteriyor. Bence oyunun temel konusunu çocuklar, tamamen insanın çocukluk zamanları. En azından bizim coğrafyamızda birçok çocuk çok nadir sağ salim büyüyebiliyor maalesef. Özellikle bizim dönemlerimizde. Günümüz koşullarında çok daha farklı önlemler alınabiliyor ama ben kendi çocukluğumdan biliyorum. Gerçekten hepimiz birçok konuda ve özellikle anlamsız konularda çok kırık büyüdük.

Katurian bu kırıklıklıkların yazarak önüne geçmeye çalışıyor. İnsanları yazdıklarıyla tiksindirerek belki de. Bu tiksindirmeden yola çıkarak bence yani durumdan ya da şiddetten tiksinmeyi gösteriyor. Bu da tercih meselesi bence. Acının ve karanlığın gerçek yüzünü insanlara göstererek. Oyundaki her karakterin bu kırıklıkların, çocukları korumak üzerine aslında bambaşka aldıkları önlemler var. Oyunda insanlar şunu diyecekler, Michal karakterinin yaptığı eylemlerin ya da aldığı kararların ne kadar korkunç olduğunu düşünecekler ama bence işin özünde o da çocukları korumak için kararlar alıyor. Yani ortak bir sorunun herkes tarafından farklı önlemlerini bir yerde konu alıyor. İzlemeyenler için şunu da söyleyebilirim, uzun süredir bir şeyler biriktirdiydilerse içlerinde ve katarsis yaşayıp bunları çıkarmak istiyorlarsa Yastık Adam doğru oyun.

3- Tansel Bey sahnede çok karşılaşmadığımız dezavantajlı(engelli) bir bireyi canlandırmakla ilgili edindiğiniz tecrübeleri öğrenmek istiyorum. Michal’e hazırlık aşamasında karaktere neler kattınız?

Tansel Aytekin: Şimdi aslında şöyle bir şey, bir oyuncu için her rol bir yolculuk. Bunu doğru yorumlayan ya da kendini zorlamak isteyen oyuncular için söylüyorum. Çünkü her rolün farklı dinamikleri ve farklı yaklaşımları var. Kendimden yola çıkarak ve birazcık da farklılaştırmak gerekiyor yani. Bize öğretilen bu. Tabii ki kendimizden yola çıkacağız ki gerçekçi olsun fakat bir o kadar da bence kendimizden uzaklaşmamız gerekiyor ki farklılık yaratabilelim kendi imzamızla. Öncelikle bu çıkış aşaması hepsi için geçerli. Dolayısıyla bir gözlem yapmak zorunda kalıyorsunuz. Bu rol içinde yönetmenimizle ilk konuştuğumuzda tabii ki her insanın, her oyuncunun çok fazla oynamak isteyeceği rollerdir bunlar. Handikaplı roller ama bir o kadar da oyuncuya keyif katan ve oyuncunun yaratım aşamasını desteklemesi için elindekileri koyması gereken bir süreç, engelli hem de zihinsel engelli birini canlandırmak açısından bakabiliriz. Michal’in gördüğümüz kadarıyla engeli çocukluğunda yaşadığı işkenceden dolayı gelen bir sıkıntısı var. Tabii ki çevremdeki görebildiğim kadarıyla var olan, hepimizin hayatında bence yok zannediyoruz ama engelli bireyler yakınımızda var, bunu bilerek doğru engelini görerek çünkü her biri farklı farklı, gözlem yapmaya çalıştım özellikle zihinsel engellilere gözlem yapmaya çalıştım.

Burada farklı olan da şu, Michal metinde çok akıllıca laflar eden, aslında 14 yaşından itibaren yani abisi tarafından kurtarıldığından itibaren okula da gönderilmiş, arayı kapatmaya çalışan -ki ne kadar kapatabiliyor, ne kadar kapatamıyor tartışılır- ama yazarın yazdığı metinde onun ağzından çok fazla şeyi çözümlendiriyor, çözümlendirmek zorunda kalıyor. Bir engelli birey olarak değil de metne hizmet etmesi açısından yazılan bir kısım var, diğer taraftan çeviride farklı gelen kısımlar var, diğer taraftan bir yönetmen gözü, bir oyuncu gözü ve izleyici gözü var. Dolayısıyla burada benim aldığım engel, konuşma sıkıntısı olan biri ama tamamıyla konuşma engeli olan biri de değil çünkü ağzından çok fazla oyunun donesi dökülüyor ortaya. Benim şöyle bir düşüncem olmuştu, işkence sonrası olduğu için ve in-yer-face’e hizmet etmesi açısından koyduğum farklılıklar oldu. Seyircilerden izlerken tiksindik gibi tepkiler aldım. Oynadığımız sahnenin yakınlığının etkisi olabilir bunda. İşkence görmüş engelli birini tanımadığım için bizim kattığımız şeyler de oldu tabii.

4- Bu sorum Göktuğ Bey’e, oyunda Michal ve Katurian kardeşlerin ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz? Katurian’ın engelli kardeşine tavrı ikili arasında nasıl bir dinamik oluşturuyor?

Göktuğ Metin: Benim için oyunun oynaması en zor yanı abimle olan sahne. Lakin realiteye baktığımız zaman Katurian abisini hiç tanımıyor. O yüzden abisine ilk başlarda bir sevgi besliyor olduğunu düşünmüyorum. Tanımıyor, sadece şefkat ve pişmanlık duyguları var ilk başta ve öfkeyle nefret. Hikâyenin detaylarına girmeyeyim, seyircinin tadını kaçırmamak için ama bu tip etkenler abisine sahip çıkmaya, onu korumaya itiyor. Zaman içinde görüyoruz ki harmonik bir ilişki de gelişmiş. Mesela benim bir oğlum var. Onunla ilgili sorumluluklarımı yerine getirdiğim zaman örneğin bez aldığım zaman kendimi çok iyi hissediyorum, doğru bir yolda olduğumu hissettiriyor bana. Abisini okula göndererek iyi hissediyor bence. Abisiyle bir kader ortaklığı var sonradan gelişmiş olan, bu bence çok önemli. İzleyenler de bunu bağdaştıracaktır. Acımayla başlayan bir ilişkide sevgi büyütmek zordur. Alışkanlık gelişebilir ama sevgi geliştirmek zordur. Yine de böyle bir paylaşım gerçekleşmiş. Oyunda abisine karşı çok sert söylemleri var ama ona bunu yaptıran kendisi, bu noktaya getiren yani. Abisi sonradan olsa da engelli biri ve toplumun birçoğunun yanlış veya doğru acıma ve şefkat duygusuyla başlayan bir ilişkide aile olmayı başarabilmeleri böyle zorlu bir geçmişe rağmen bence muazzam bir şey iki karakter için de. Benim içinse bu sahneyi yaşamak çok zor ve ağır. Biz bir domino kurarız ve kendimizden yola çıkarız. Empati kurarken kendimizden yola çıkar ve karşı tarafı anlarız. Kendi duygularımı ele alıyorum ve Katurian’ı anlamaya çalışıyorum. Gerçek hayatımda benim de engelli bir kuzenim var ve engelli yakını olmanın nasıl bir duygu olduğunu biliyorum. Bu doneleri topladığımız zaman yazar bence çok başarılı yazmış ve bize de oynaması düştü.

5- Oyunda Katurian’ın serzenişleriyle farklı ve öteki olana diğer insanların bakış açısını görüyoruz, siz ne düşünüyorsunuz?

Göktuğ Metin: Bu yargıyı yazar şu yüzden veriyor bence, mesela Antik Yunan’da, Sparta’da, filmlerde gördüğümüz, kitaplarda okuduğumuz; farklı doğan, farklı olan her şeye bir kulp bulma. Bir tane inek doğmuş, engelli doğmuş, iki başı var, beş bacağı var, mutasyona uğramış v.s. Zeus bir kadına aşık olmuş da Hera bunu görmüş de onu cezalandırmış gibi bir anlam yükleme çabası hep var. Eğitim bazında düşük toplumlarda uzaylı etkisi yaratıyor. İnsan bilmediği şeyi hep merak eder. Siyahiler ülkemize ilk geldiklerinde de benzer hikâyeler oldu, dokunmak istediler falan. Biz farklı olanı çok merak ederiz çünkü görmediğimiz bir şey. Oyunun geçtiği dünya internetin yaygın olmadığı, günümüz toplumuna çok yakın olmayan bir dünya. O yüzden farklılıklar ilgi çekici ve bir o kadar da korkutucu. Kategoriler netleştirilmiş değil. İnsanlar akan nehre ket vurabileceğini düşünüyor. Yanlış olmasına karşın böyle bir algı var. O yüzden Katurian bu cümleyi kuruyor. Engelli vatandaşların sokaklarda dolaşması akan o nehre ket vurmak bir nevi. Düzgünce ilerlemeyi engelleyen bir şey diğer insanlara göre. Oyunda bahsedilen x ülkesinin eğitim seviyesinin düşük olduğunu gösteriyor bize. Bu tip önyargılar bu tarz ülkelerde oluşur. O yüzden bu söz bu önyargılardan dolayı günümüzde de geçerliliğini koruyan ne yazık ki gerçek bir söz.

Tansel Aytekin: Göktuğ’un dediklerine ek olarak, bu bana biraz Hitler’i çağrıştırıyor. Oyunda diktatörlük rejimi olduğu ve bizim için en belirgin karşılığı Hitler olduğu için. Ari ırkı yaratmak için engelli olan birçok vatandaşın gaz odalarında itlaf edildiğini biliyoruz. Buradaki düşünce sanırım şöyle birinin bedenen ve zihnen güçlü olması gerekiyor. Engel boyutları çok belirginleştirilememişken, örneğin bugün otizmli bireylerin çok zeki olduğunu idrak edebiliyoruz. Sadece engelli bireylerin değil tüm bireylerin dil, din, ırk olarak da ayrıştırıldığına şahit olabiliyoruz.

6- Hikâyenin yoğun şiddet ve gerilim dolu katmanlarının yanı sıra, anlatılan bir öteki hikâyesi. Merak ediyorum nasıl bir denge kurmaya çalıştınız hikâyeyi anlatırken?

Tansel Aytekin: Oynarken bence bütün oyunların genel durumu, bizim oyuncularımızın çoğunlukla kaçırdığı, parantez içini okumak ve karşılıklı dinlemek. Buradaki hazırlıkta da tabii ki belirli koşullar var. Bahsettiğimiz diktatörlük rejiminin oyunda büyük etkisi var bence. Oyunculukta bize ilk denilen özellikle hocalarımızdan “Dinleyin, dinleyin arkadaşlar. Oynamayın önce bir dinleyin, anlamaya çalışın, ona göre devam edin.” düsturunu söyleyebilirim. Geri kalanında da tabii bu öteki olma, ötekileştirme mevzusu, diktatörlükte geçmesi gibi alt metinler var. Bence dinlemek ve olayı kavramaktan geçiyor oyunun ana koşulu, tabii ki gözlemi, şunu bunu bir kenara bırakırsak. Dinlediğin zaman kendini değil oyunu önemsersin.

Göktuğ Metin: Bence hazırlanma süreci hâlâ devam ediyor. Abi-kardeş sahnesini 1-2 oyun önce farklı oynamaya başladık mesela. Çok hoşuma gitti, başka arayışlarda bulunduk. Oyuncu oyunu oynarken dengeyi, koşulu pek düşünmez. Şimdi şöyle davranmam lazım diye düşünmezse oyunu da düşünmez, önceden hazmeder. Verilenler ve etkenleri doğrultusunda domino taşı gibi karakterini dizer, sonra her oyunda o dominoya basar, ön çalışmasına bağlı olarak o karakter akıp gider. Bunun aslında bir dengesi yok, denge kurmaya çalışırsak bence olmaz. O an orada sadece yaşarız, gerçek hayatta da böyledir. Bir insan o anın önünü ardını düşünmez yaşarken, o an oradadır, örneğin kavga ederken. Bence bu işi bu kadar güzel ve gerçek kılan şey bu. O an orada olmak dengeyi sağlıyor. Ekstra bir denge kurmaya çalışmak doğallığı kaybettirir bence tabii herkesin yöntemi farklı.

7- Sizce bir oyunun izleyicide farkındalık yaratmak gibi bir amacı olmalı mı? Yastık Adam’ın farkındalık yaratmak gibi bir amacı var mı?

Göktuğ Metin: Bu aslında çok uzun zamandır süregelen bir tartışma. Sanat sanat için midir gibi. Bu bir anlatı sanatı. Tabii ki bir amaç üretebiliriz. Benim kendimce bir amacım var bir oyuncu olarak, anlatmak istediklerim var. In-yer-face olarak da oyun bir şeyler anlatıyor. Ancak seyircinin ne aldığına karışamayız. Biz bir çirkinliği gözler önüne seriyoruz, bir olayı anlatıyoruz. Hayatın gerçekten karanlık yüzünü, insanların gerçekte ne kadar kırılgan olduğunu anlatıyoruz. İnsanlar sürekli maskelerle yaşarlar. Biz sahnede bu maskeleri indirdiğimiz anları anlatıyoruz. Kimi buna gülerken bile bir şeyler hissedebilir. Biz bir şeyleri anlatmakla yükümlüyüz, seyirci tarafından anlaşılan bizim nazarımızda değil pek, insanlara kalmış bir şey bence.

Tansel Aytekin: Her oyunun bir anlatısı var, çoğu oyunun da bir derdi var. Her oyunun bir derdi olmalı mı? Bence gerek yok. Öğrenim yaşamımdan sonra tiyatroyla yıllarca haşır neşir olduktan sonra bunu söyleyebilirim. Derdi bana uymayan birçok oyunda da oynadım açıkçası. Bu oyunun güçlü bir anlatısı var. Beni bu oyunda çeken derdi miydi? Değildi. Beni etkileyen oyunun yazılışı olabilir, yazılış amacı olabilir. Birçoğumuz için roldür etkileyici olan. Bu oyunun güçlü bir derdi ve anlatısı var. Ülkemizde ve başka ülkelerde de yaşanabilecek bir konu, birebir farkında olmasak da. Martin Mcdonagh yazdığı zaman bu kadar kült olmasını bekliyor muydu? Belki de bu dert yüzünden bekliyordu. Çünkü hem anlatısı güçlü hem de baktığı nokta hiçbir zaman kaybolmayacak ve her zaman dikkati üzerine çekebilecek ve şefkat yaratabilecek bir konu. 

8- Yurt dışında “kapsayıcı tiyatro” bağlamında, engellilerin de sahnede yer aldığı projeler görüyoruz. Bizde ise bu projeler sosyal sorumluluk kapsamında değerlendiriliyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Tansel Aytekin: Bununla ilgili Tolga Demiralp’in bir denemesi oldu Devlet Tiyatroları’nda. Yıllarca uğraştı ve son zamanlarda yapmıyor. Evet, Devlet Tiyatrosu bunu sosyal sorumluluk projesi olarak kabul etti ve böyle oynattı. Bence bu yanlış tutum ve yaklaşım. Tabii ki engelli bireyleri oyunlara da katmak gerekiyor. Ancak bu konuda okul eğitimleri de tıkalı. Hocaların da bu konuda çalışmaları yok. Ben hoca olsam da benim de yok açıkçası. 11-12 kişilik sınıflara nasıl uyum sağlattırabiliriz bunu da düşünmek, üzerine düşmek lazım. Karma tiyatro olarak yapılabilir tabii.

Göktuğ Metin: Bu çok kapsamlı bir soru. Bunu yapan tiyatro toplulukları var. Eşimin babası işitme engelli ve tiyatro oyunu çıkartmışlar, başarılılarmış da. Ancak bu özel bir oluşummuş, devlet içinde değil ya da sosyal sorumluluk kapsamında değil. Kişisel bir efordan ziyade, resmi kurum ve kuruluşların girişiminde ileriyi hedefleyen bir sistem hâline getirilebilir. Bir iş birliği içinde hızlı adımlar atılmalı. Bir insanın engelli olması onu benden daha az yetenekli olduğunu düşündürtmemeli, sahneden alıkoymamalı. En basitinden engelli insanları neden engelsiz insanlar oynuyor? Bunların düşünülmesi gerekiyor. Sahnede trans bir bireyi de trans bir birey oynamalı mesela. Bu fırsatlar verilmeli. Bu özel tiyatrolar için aşılması zor bir basamak.

9- Son olarak, Yastık Adam dışındaki diğer projelerinizi de merak ediyorum. Başka bir oyunda sizi yeniden birlikte görme şansımız olur mu?

Tansel Aytekin: Yastık Adam yeni sezonda da devam edecek gibi duruyor. Biz ekip olarak iyi anlaşan bir beş kişiyiz yönetmenimiz Ozan’ı da katarak söyleyeyim. Onun dışında Göktuğ ile tabii ki oyunum olsun isterim. Karşılıklı dinleme ve anlama önemli. Var olan yeteneğin dışında. Ben gelen teklifleri genelde kabul eden biriyim. Her sene en az 1-2 oyunda yer almaya çalışıyorum. Devlet Tiyatroları devam ediyor. Yeraltından Notlar şu sıralar oynadığım tek kişilik oyun. Yeni sezon için Bambu Sahne’de yapmayı istediğimiz bir oyun var, telifini halledebilirsek. 

Göktuğ Metin: Yastık Adam’da bu ekiple oynuyor olmak çok keyifli benim için. Tansel abiyle abi kardeşi oynamak özellikle. Şu an hayatımı başka bir meslekten kazandığım için Yastık Adam farklı bir macera benim için. Zorlayan, çıkmaza sokan bir macera. Bunun gibi birçok oyunda yer almayı isterim. Tiyatrodan hayatım boyunca kopabileceğimi sanmıyorum zaten. Umuyorum ki ve niyetimdir Yastık Adam dışında da bu ekiple oynamayı çok isterim. Dilerim hem oyunumuzla hem de konuştuklarımızla insanlarda bir şeyleri değiştirebiliriz, değişmesi gereken çok şey var.