Karamazov Kardeşler “Afterparty”si: Delirium

İrlandalı yazar Enda Walsh’un Dostoyevski uyarlaması bu sezon Tatbikat Sahnesi’nde Elvin Beşikçioğlu rejisiyle sahnede.  Bu oyun için “uyarlama” doğru kelime mi çok emin değilim ve Karamazov Kardeşler romanının “afterparty”si demekten de geri durmayacağım: Bitiremeyişin dramı.

İzleyiciye not: Oyun hakkında yazmaya başlarken şöyle bir ifade yerinde olurdu aslında: “Ahlak sınırlarını kaybeden bir dünyada vıdı vıdı vıdı…” Anahtar kelimeler: acizlik, açgözlülük, ahlaksızlık, arsızlık, basiretsizlik, bencillik, bozgunculuk, inanç, kıskançlık, kibir, şehvet, vb. Fakat oyun “yerinde” ifadelere karşı çoktan mesafe almamız gerektiğini yüzümüze vurduğundan tatavayı bir kenara bırakıp pratik kullanım kılavuzu yazacağım. Tüm o fundamental ve seküler laf ebeliklerinin canı cehenneme.

Önce konuyu anlayalım:

Fyodor adında bir adamın Mitya, Ivan, Alyosha ve Smerdyakov adında dört çocuğu vardır. Fakat o da ne, Smerdyakov gayrimeşru bir evlattır ve yuvasında uşak olarak çalışmaktadır. Bunu oyunun sonunda anlayacaksınız ama çok da önemli değil. Mitya, Katerina adlı bir kızla nişanlıdır fakat o da ne, aslında Grushenka’yı sevmektedir.  Fakat yine o da ne, Ivan da Katerina’ya umutsuz bir aşkla bağlıdır. Mitya Katherina ile evlenmek istememekte, Katerina yalnızca ve her koşulda Mitya’nın karısı olmak istemekte, Fyodor Mitya’ya Grushenka’yı yar etmek istememektedir. Ivan olanca hımbıllığıyla kitap okumakta ve ahkam kesmekte; çok gerekirse oraya buraya parmak sallamaktadır. Alyosha ise tüm bu tiksinçliğin anlamını ahirete havale etmiş, dekontu ezber edip durmaktadır. Smerdyakov uşaktır. Onu götürüp bunu getirmektedir ve her şeyi iştahla dijital hafızalara kaydetmektedir. Grushenka el kızıdır, yas tutmamaktadır.

İzleyiciye hım hım: Dostoyevski işte ille de 19. yüzyılın ikinci yarısındaki Rus toplumunun geçirdiği sarsıntıların tümünü yansıtacak. Enda Walsh’un münasebetsizliğine hiç girmiyorum çünkü Dublinlilerin deli olduğunu herkes bilir. Bkz. Leopold Bloom. Neyse ki jeopolitik konumu mühim güncel coğrafyamızda hiçbirimiz böyle bayağı, sığ ve sıkıcı ilişkilerden örülü hayatlar yaşamıyoruz. Öhöm öhöm!

İkinci olarak oyunu irdeleyelim¹:

“Delirium” oyunu biz insanları üçü dişi, üçü eril ve biri androjen olmak üzere yedi ayrı kategoride tasnif edip karikatürize temsillere indirgiyor. Hikâye, olay örgüsü, mesel gibi unsurları pas geçerek sahne ışığını karakterlerin üzerine yansıtıyor. Derinlikli bir karaktere oyunun son tiradına kadar rastlamıyoruz. Bu da oyun metninin sorguladığının aksine Tanrı kavramından çok, insan kavramı üzerine bir didikleme sürecine girmemize neden oluyor. Bu ters köşeyi sevdim. “Tanrı nerde?” den çok “İnsan nerde?” diye sordum oyunu izlerken.

Fyodor, Mitya ve Ivan eril tahakküm hayaletleri olarak kendilerini dayatıyorlar. İlginç bir tarafları yok. Fyodorların görgüsüz zorbalığı üzerine söylenecek bir şey kalmadı artık, bırakalım dünyayı yesinler ama doymasınlar. Nitekim Delirium’un Fyodor’u da hayatı kendi kurallarınca organize etmekte diretiyor. Kimi “hı hı” deyip geçiyor, kimi sırtını sıvazlıyor, kimi isyan ediyor ama sonuç Fyodor açısından çok değişmiyor. İlişkiler, eğlence ve aile konusunda giyindiği serbesti gösterisi de hiç inandırıcı değil. Çünkü oyunun başından sonuna kadar kendi haklılığına bağnazca yapışan tek karakter Fyodor. Bu nedenle ondan tehlikelisi yok. Oyunun kostüm tasarımını hemen bu noktada övmek gerekiyor. Fyodor’a yapıştırdığı yabanıl pelüşler ataerkil bir medeniyet kavramını gıdıklayıp duruyor çünkü.

Oedipus kompleksi mantarı oğul Mityalar için oyun konsolu, protein takviyesi ve kondom üretildi: Eril ihtiyaçlar volkanı kükreyip patladıkça devreye sokulan süspansiyonlar… Yalnız Delirium’un Mitya’sında muğlak olan bir şeyler var.  Öncelikle gerçekten istediği aşık olduğu kadınla arasına koyulan engelleri aşmak mı, yoksa iktidar erkinin oyuncağını elinden almasına mı “atarlanıyor” işte onu anlamakta güçlük çekiyoruz izlerken. Mitya’nın Grushenka’ya hissettiklerine ilişkin kadının cinsel potansiyeline yapılan vurgudan başka hiçbir sözü yok oyunun. Aynı durum Katerina’ya aşık olan Ivan için de geçerli. Üstelik o ağız dolusu konuşan bir karakter. Fakat sinameki ve nutukçu Ivan ikiyüzlü entelektüel hanzoluğunu takdir etmemizi bekleyip duruyor. Bilginin eril dilden taşan büyüklenmeleri ve buna karşın eyleme geçirilişteki basiretsizliğiyle anlamsızlaşması çok sıkıcı. Akut beyin yetmezliği teşhisi² Ivan’lara yaraşır. Ya da Akut Bey’in yetmezliği…

Alyosha, Katerina ve Grushenka oyunun dişi tasavvurları. Alyoshalar’ı bilirim, kıyamet günü beslemesi insanlardır. Tüm o kötücül hesaplaşmalara ve infazlara göz yumup, adaletin elini uçurumun kenarında bırakırlar. Tanrı eril olduğundan bunlara cinsiyetleri ne olursa olsun dişi bir delik olmak düşer. Boşlukları hurafe ile doldururlar. Delirium Alyoşa’sı da öyle. Eril tahakkümün davudi sesinden hipnotize olmuş bekliyor. İzlemeye, görmeye fakat kılını kıpırdatmamaya doyamıyor. Oyun süresince küçük bir an tereddüt etseydi Delirium çok başka bir oyun olabilirdi. Evcil kadın Katerina iflah olmaz kadınlık marazlarından mustarip ve kendinden başka kimseye yar olamayacak biri aslında. Ezgi Sonkuş’u övelim çünkü tekinsiz performansı yalnızca asap bozmuyor. Oyundan sonraki birkaç gün sadece onu ve kendimi düşünmeme sebep oldu. Olanca kibrimle Katerina’ya burun kıvıracaktım fakat kadınlığımda Katerinavari bazı açıklar yakaladım. Çok canım sıkıldı. Sevgisizliğe, ilgisizliğe, anlayışsızlığa ve kabalığa mazeretler bulmak da bir tür kadın periyodu sanıyorum. Gelelim parti kızı Grushenka’ya: “afterparty”de bayatlamış halde ve oyun boyunca kapıya en yakın o duruyor. Kadın seyirciye yara üstüne sürülen buz gibi iyi gelen bir tarafı var doğru. Fakat iyileştirici bir gücü yok sadece acıyı hafifletiyor.

Delirium’un kategorik insanları ve onların bayağı ilişkiler örgüsü herkesin hayatında yaygın biçimde bulunduğundan sahnede ilgi çekici bir şey yok sanmayın sakın. Smerdyakov ya da inanmamaya itaatkar insan var sahnede tüm çekiciliğiyle. “Delirium” Smerdyakov karakteri üzerinden hayatın kaldırması, sindirmesi, kavraması zor gerçeklerine mesafe alan insanla özdeşim kurmanın deneyimini sunuyor bize. Daha ilk anlardan itibaren manservent / uşak Smerdyakov’un ruhuna eş olup, onun bedeninde gezinmeye başlıyoruz. İlaveten uşaklığa… Elinde sürekli kayıt alan bir kamera taşıyor. Anıları dijitalleştiriyor. Öte yandan sahnede sürekli bir şeyleri taşıması ve yerleştirmesi oldukça ilginç. Nesneler dünyası ile dijital dünya arasında bir kontrast yaratıyor. Smerdyakov’un, belleğin kendisi mi taşıyıcısı mı olduğuna son tirada kadar karar veremiyoruz. Son sahnede ise sorgulayan, tartışan ve üreten bir zihin temsiline dönüşüyor. Oyun boyunca ulaşamadığımız fakat aradığımız kişi oluveriyor. Oyunun tek androjen karakteri olduğundan onun muhakemesinde güven veren bir şeyler var. Belki tarafsızlık… Ya da çift taraflılık… Bilmiyorum. Onda başka olan şey şu: Tutku, inanç, zekâ ve tüm bunların kusurlarından karılmış insan hamurunun mayası: idrak. Kıvanç Kürkcü’nün Smerdyakov’u likiditesi yüksek bir karakter. Onu da övelim: Oyunun başından sonuna kadar akıntıya yön veriyor. Tüm dengeleri ve dengesizlikleri, kavrayışları ve tereddütleri iliğimize işliyor.

“Delirium”u izlerken aklıma Huyssen’in (1999, s.13) şu ifadeleri geldi:

“Belleğin kendisi bizi doğrulanabilir gerçeğe ya da sahici bir başlangıca götürmekten çok sonradan gelen bir temsile yaslanmaktadır. Anımsama geçmişin kendisi değildir. Bu nedenle bir olayı yaşamak ile bir temsil içinde anımsamak arasında, geçmiş ve şimdinin arasında olduğu gibi ince bir yarıktan söz edilebilir. Bu belleğin canlılığını sağlayan bir yarıktır. Kültürel ve sanatsal yaratıcılık bu yarıktan beslenir.”

“Geçmiş ve şimdinin arasındaki o ince yarıktan” tüten bir oyun Delirium. İzleyin!

1 Dikkat: Tatbikat sahnesinde oyunları irdelemeyen seyirciler tespit edilip yüzlerine karşı cıkcıklanmaktadır.

2 Delirium ciddi bir zihinsel hastalığın adıdır. Zihinsel karmaşaya ve çevreye farkındalığın azalmasına neden olduğu bilinmektedir. Odaklanma, iletişim, akıl yürütme ve algıda bozulmalara yol açmaktadır.