Malzemesi Hikâyeden: Portakallı Kek

Günaydın, günaydın sevgili konuklarım. Jülide ile Yemeğin Dibi’ne hoş geldiniz.

Nasılsınız canlarım? Neşenizi alkış seslerinizden duyar gibiyim. Bugün konuk şefimiz bize harika bir menü hazırlamış. Düğün çorbası, kadınbudu köfte ve baklava… Hımm keşke kendisi gelebilseydi de Türk mutfağının bu güzide yemeklerini sizler için hazırlayabilseydi. Aman neyse canım. Boş verin siz bunları. Ben en iyisi şimdi size annemin tarifinden leziz mi leziz bir portakallı kek yapayım. Ne dersiniz? O zaman Jülide ile Yemeğin Dibi baaşlııyooor…

Tiyatro Oyun Kutusu’nun 25. Ankara Uluslararası Tiyatro Festivali kapsamında Yaşar Kemal Sahnesi’nde izlediğim oyunu Portallı Kek’in yönetmen koltuğunda Serdar Saatman oturuyor. Oyunun yazarı Çağla Canbaz, dekor ve kostüm tasarımında ise Oğuz Şahin yer alıyor. Oyunun ana karakteri yemek programı sunucusu Jülide’yi ise Yağmur Peşkircioğlu canlandırıyor. Ağırlıklı olarak tek kişinin hikâyesini dinlediğimiz tek perdelik oyunda Yağmur Peşkircioğlu’na Ada Taştan ve Muratcan Canbaz eşlik ediyor ve geri sayım sonunda jenerik giriyor. Işık ve kamerayla birlikte böylesine içten, canlı, kimi zaman kahkahadan kimi zaman da hüzünden gözlerimizden akan yaşlarla beraber tıpkı hayatın kendisi gibi bir oyunla baş başa bırakıyorlar bizleri.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki atmosferi ilk anda en güçlü şekilde hissedeceğimiz; salona ilk adımı attığımızda bizleri karşılayan masa ve üzerindeki mutfak aletlerinden, malzemelerden oluşan dekor; turne şartları nedeniyle minimal olarak Ankara’ya ulaşabilmiş. Orijinal fotoğraflarını gördüğümde tam bir yemek programı stüdyosu izlenimi verdiğini söyleyebilirim. Renkli ve her şey oyuncaktan yapılmış gibi duran bu mutfakta duydum ki oyun ekibinin İstanbul’daki kendi sahnelerinde gerçekten de portakallı bir kek pişirilip seyirciye ikram ediliyormuş. Çok güzel bir fikir ama maalesef şartlardan ötürü dediğim gibi bizi minimal hâliyle karşıladı oyun ekibi. Ama asla nitelikten kaybedilerek bir azalma değildi bu. Yalnızca canımız biraz portakallı kek çekmiş olabilir. Biz Ankara izleyicilerinin avantajı olarak da daha yalın duran dekor içinden adeta kekin neyli olduğu ipucunu veren kostüm, ışıklar altında çok göz alıcı görünüyordu. Tam bir ekran yüzü elbisesiydi. Dolayısıyla imkânsızlıklardan güzellikler çıkabileceğinin de bir göstergesiydi bu gösterim.

Minik bir girişten sonra oyunun can alıcı, beni ille de yazmaya iten noktalarının samimiyet ve sürükleyici bir anlatım olduğunu söyleyebilirim. İşte oyuncunun buradaki yetkinliği, oyun metninin gücü, yönetmenin oluşturduğu sahneleme biçimi oyunu özel kılan yerler. İlk başta hepimiz Jülide Hanım’ın seyircileriydik. Hem gerçekten tiyatro oyunu izlemeye giden seyirciler hem de sanki televizyon ana akım kanallarında yayımlanan bir yemek programının stüdyodaki konuklarıyız. Jülide Hanım’ın yemek yapmayı bilmediğini seyirciden gizleme çabasıyla ve yemeği yapmaya nereden başlayacağının zor kararıyla bir yanda döktüğü ecel terleriyle, seyirciyle konuşup zaman kazanmaya çalışırken güzel bir sohbetle başladık gösteriye. Tabii seyirciyle dertleşmek de bir yere kadar, illaki o yemekler yapılacak ama konuk şef gelmiyor bir türlü. Konuğun gelmeyeceğini anlayınca kaderde varsa üzülmek neye yarar büzülmek diyerek kollarını sıvayan Jülide Hanım, zaten altından kalkamayacağını düşündüğü meşakkatli Türk yemeklerini ustalıkla bir yana bırakıyor ve başlıyor annesinin kendisi çocukken sıklıkla pişirdiği portakallı kek tarifine.

Buraya kadar oyunun gidişatıyla ilgili neşeli bir oyun izleyeceğiz diye kanaatim vardı. Ama zaman ilerledikçe Jülide Hanım bizi öyle bir ters köşeye yatırdı ki baştaki alkışlar, kahkahalar yerini uzayan sessizliklere bıraktı. Yağmur Peşkircioğlu bizi gerçekten de 1967 kışına götürdü, oradan kadın erkek ilişkilerinin bir fotoğrafını gösterdi. Kimsesizliğin çaresizliğine ve yalnızlığına küçük bir kızın gözünden baktık. Gerçekteki eksiğin bizde mi yoksa bizim dışımızdan mı olduğu ikilemiyle ya da bunların hepsinin zaten bir bahane olduğu gerçeğiyle yüzleştirdi. Tüm bunları da fazlasıyla zorluk çeken insanların dertlerini içinde biriktirerek dolup taştığı anda bir dokunmanızla beraber vakur bir tavırla dökülüşüyle; kendini acındırmadan, minik bir tebessüm ederek kabullenişindeki gibi anlattı. Eee öyle ya kusana kusma, gidene gitme denmez Jülide’ye göre. Yağmur Peşkircioğlu’nun bu kadar içten anlatımına ve seyirciyle kurduğu iletişimine, büyük bir şapka çıkarmak gerekiyor. İşte hiç -mış gibi değil de tüm benliğiyle sahnede yer alan, yalın ve doğal oyunculuğuyla Jülide’ye bürünen, oyunu sürükleyici anlatımıyla 1 saat daha olsa yine sıkılmadan izlenen bir oyuna dönüştüren Yağmur Peşkircioğlu’nu çok tebrik ediyorum. Yemek programı stüdyosuna gitmiş kadar oldum.

Yanı sıra ona eşlik eden yardımcı oyuncular; Ada Taştan ve Mahmutcan Canbaz’a oyunu bir adım öteye taşımalarındaki değerli katkıları için, yönetmen Serdar Saatman’a akıcı ve yalın sahnelemesi ve büyük emekleri için, dekor ve kostüm tasarımcısı Oğuz Şahin’e stüdyoyu bize getiren büyük emekleri için ve oyunun yazarı Çağla Canbaz’a böylesine güzel bir oyunu gün yüzüne çıkardığı için çok teşekkür ediyor, emeği geçen herkesi çok tebrik ediyorum. Oyunu bizlerle buluşturan festival ekibine ve Tiyatro Oyun Kutusu’na teşekkürlerimi sunuyorum.

Canlarım Jülide haklıymış. Seyirci koltuğuna oturunca, bir de kalemi ele alınca anlattıkça anlatası geliyor insanın. Jenerik başladığına göre bana ayrılan sürenin sonuna geldik. Bir sonraki programda… Ay oyunda görüşmek üzere. Hoşça kalın.