Tanrı Öldü Mü? Samuel Beckett’in Godot’yu Beklerken Oyununda Varoluşçuluk

Samuel Beckett’ın iki perdelik trajikomedisi Godot’yu Beklerken (1952) tüm çağdaş yazımlar arasında şüphesiz ki en kolay ulaşılabilir ve en çok bilinen oyundur. Çift uluslu ve çift dilli olarak dünyaya gelen yazar Beckett, Fransız edebiyatında bin yıldan beri yazılış şekli olan “disiplinli” lirik şiire, katı kuralları olan dize uzunluğu ve ritim düzenine başkaldırır. Bunun sonucunda Martin Esslin gibi bazı eleştirmenlerin “saçmalığın tiyatrosu” olarak nitelendirdiği yeni bir mizaç türü başlattı. Godot’yu Beklerken absürt oyunu İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yazıldığından savaş sonrası yıkımın ardından Beckett’ın zihninde insan varlığı ve her şeyden önce Tanrı’nın varlığı hakkında bazı şüpheler oluşturur. Soren Kierkegaard, Fyodor Dostoyevsky, Eugene Ionesco, Jean- Paul Sartre, Albert Camus’nün varoluşsal teorisine ve Friedrich Nietzsche’nin “TANRI ÖLDÜ” bildirimine dayanarak, Godot’yu Beklerken “hiçbir şeyi beklerken” olarak kategorize edilir iki avarenin anlamsız faaliyetlerini tasvir eder. Ateistlik varoluşçuluğa göre, drama Vladimir’in belirttiği gibi sadece “Beklemek için…. beklemektir.”

Beckett bütün dramayı ölmek üzere olan bir ağacın yanında boş bir arazide hiç tanışmadıkları mutlak bir “Godot”yu sürekli bekleyen serseri bir çiftle yakalamayı başarır. Yazar bu dramada büyük savaştan sonra yaşamın nasıl kasvetli olduğunu işler. Bu yazıda esas olarak gerçekliğin insanın faaliyetlerinden daha az önemli olduğunu ve insanın aşırı bağımlılığının onları etkisiz hâle getirdiğini ve yabancılaştırdığını nihayetinde varoluşsal krize yer açtığını analiz eder. Beckett bu oyunda gerçekliği Godot olarak ele alır ve bekleme eylemini ise faaliyet olarak gösterir. Sürekli gitmeyi düşünen bu avare çift mutlak bir gerçekliği bekledikleri için gitmeye cesaret edemez. Yolun sonunda kendilerini gitmek eylemi ile kurtarmak varken onlar beklemek eyleminde takılı kalmışlardır. Beckett, oyunda sembolizmden de ayrıca faydalanır. Sahne suflesini akıllı bir şekilde veren Beckett, bunu yaşamın ve hayatın sembolü olan ağaç ile yapar. İlk perdede gayet canlı bir ağaç görürüz, tıpkı yazları olduğu gibi. Oyun boyunca ağaç ise geçen zamanı vurgulamak için şekil değiştirir. Oyunda sadece beş karakter vardır. Bunlardan biri sürekli “Godot”nun geleceğini söyleyip çıkan bir çocuk, ana karakterlerimiz Vladamir ve Estragon, son karakterler ise Pozzo ve kölesi Lucky. Pozzo ve Lucky’yi ilginç kılan bir yön ise oyunun siyasi mesajlarını taşımalarıdır. Pozzo ve Lucky birbirlerinden oyun boyunca hiç ayrılmazlar. İlk perdede Pozzo’yu daha çok Lucky’ye emir veren ve parmağında oynatan birisi olarak görsek de ikinci perdede dengeler değişir. Pozzo’nun kör ve Lucky’nin dilsiz olması aralarındaki bağın daha da düştüğünü gösterir. Lucky, Pozzo’nun şapkasını aldıktan sonra -ki edebiyatta da şapka düşünmeyi sembolize eder- Lucky’nin cesur bir şekilde konuşmaya başladığını görürüz. Artık dengeler bozulmuştur ve bu izleyenleri korkutur. Aynı şekilde Pozzo’da da varoluşsal bir gönderme vardır. Sürekli saati takip eder ve acelesi olduğunu belirtir, ancak nereye gideceğini ve ne yapacağını, gideceği yerde ne bulacağını kendisi de bilmez. Beckett oyun boyunca savaşın yarattığı absürtlüğü, insanların sürekli bir umuda bağlanışı, gelecek bir kurtarıcıyı beklediklerini vurgular. Bu düşünceler üzerinden de bizi Varoluşçuluk felsefesine iter. Düşüncelerini görsel ve lirik olarak desteklemelerini o kadar kurnazca yapar ki anlamayı bilmeyen her insan için bu oyun sıkıcı olacaktır. Fakat bu ustalık ile Beckett yine kazanır. Oyun bizi varoluşçuluğun, hep bir şeyler için beklemenin sonucu olmayacağını bile bile kasvetine sürüklemek ister.

Yazar: Hacer Sünbül

Yorum ve görüşleriniz için yazarla iletişime geçebilirsiniz: hacer.snbl34@gmail.com