Sistemde Kendine Yer Arayan Bir Adam: “Ormanlardan Hemen Önceki Gece”

Moda Sahnesi’nin “Sahneden Naklen” uygulaması tiyatro oyunlarını evlerimize getiriyor. Hemen hemen her hafta bir oyunu canlı olarak izleme fırsatı buluyoruz. Online tiyatro izleme fikri hâlâ benimseyemediğimiz bir durum olsa da yayınlar oldukça kaliteli şekilde devam ediyor. Ayrıca birçok özel tiyatronun oyunları da sahneleniyor ve bu açıdan tebriği hak ediyorlar kesinlikle. Evlerimize kapandığımız bu dönemde belki online tiyatro, tiyatroya ulaşma imkânı olan ya da olmayan herkesin tiyatroyla bağını güçlendirir ve sahnelere kavuştuğumuzda gereken önemi göstermeye başlarız diyerek 9 Nisan’da prömiyer yapan “Ormanlardan Hemen Önceki Gece” oyununa geçmek istiyorum…

“Ormanlardan Hemen Önceki Gece, yirminci yüzyıl tiyatrosunun en önemli isimlerinden Bernard-Marie Koltès’in çağdaş tiyatroya yeni bir yön çizen kaleminden çıkan en güçlü ve en çok ses getiren eseri. Yağmurlu bir gecede, şehrin sefaletine hapsolmuş, tek başına kalmış bir adamın sözüyle ayakta kalma mücadelesi. Yabancı olmaya mahkûm edilmiş bir insanın korkularını, arzularını, umutsuzluğunu ve isyanını haykırışına tanık olmaya davet eden bir ses. Bir lanetlinin yaşama tutkusu ve yaşama öfkesi. Çağdaş tiyatronun öncülerinden Koltès’in sanatının kalbinde duran bu oyun, tüm dünyada bugün ulaştığı noktada, gerçek bir başyapıt.”‌‌ Oyunun Mitos Boyut Yayınları’ndan çıkan baskısının kapağında böyle yazıyor. Niye kitaptan bahsettiğime gelecek olursam, epey bir süre önce tesadüfen çalıştığım yerde görüp, Bernard-Marie Koltès’in eserlerini sevdiğim için bunu da mutlaka okumalıyım düşüncesiyle kitaba başladığım ve daha sonrasında oyunun duyurusunu gördüğümde yaşadığım şaşkınlık, hayatta bazen güzel tesadüflerin olduğunu hatırlattığı için paylaşmak istedim. Oyunun ana teması olan “yabancılaşma”nın aksine, önce kitabı okuyup, sonra oyunu izleyince tanıdık hisler uyandı bende açıkçası ve hikâyenin mutsuz atmosferine karşın beni mutlu etti. Prömiyerin Bernard-Marie Koltès’in doğum gününe denk getirilmesi de hoştu. Dedim ya bazı tesadüfler gerçekten güzel.‌‌ Yazar 48 sayfalık metinde hiç nokta kullanmıyor ve bu açıdan anlaşılması epey güç bir eser olduğunu söyleyebilirim. Tabii bu durum oyuna güçlü bir ritim katıyor ve “Yabancı”nın yağmurlu bir gecedeki monoloğunu dinlerken, anlattıkları karşısında birçok duyguyu yaşıyorsunuz.‌‌ Dinmeyen bir yağmurun altında, ulaşılamayan bir otel odasının arayışında, sisteme karşı çıkan adamın soluksuz koşusu, metinde yer yer kopukluklara sebep oluyor çünkü “Yabancı” hayatıyla ilgili çok fazla konudan bahsediyor. Ancak oyunu izlerken bu durumun daha tolere edilebilir olduğunu fark ettim. Ayberk Erkay’ın başarılı çevirisi çok güzel yansıtılmış sahneye.‌‌ Oyunun temposu yağmur hızı gibi sürekli artıyor ve tek kişilik performansıyla Barış Yurtsever müthiş şekilde ayak uyduruyor bu tempoya. Onun anlattığı “Yabancı” ile birlikte ben de nefes nefese kaldığımı hissettim. Metnin anlatmak istediği önemli bir konu var: Toplumun gidişatıyla alakalı seyirciyi rahatsız etmek. Farklılıklara karşı hoşgörüsüzlüğü, yapılan muameleyi anlatıp; utandırmak. Yabancı’yı dinlerken onu bağrınıza basıp, bilinmeyen bir yerde, bulunamayacak bir köprünün altında yatıp uyumak istiyorsunuz. Oyuncu o kadar başarılı ki rolünü canlandırırken ekran karşısında büyük bir şefkat duydum. Yabancı’nın çaresizliğini, yılgınlığını, ses tonu ve vurgularıyla nefis bir şekilde yansıtıyor. Kesinlikle sahnede de izlemeyi istediğim bir performans oldu.‌‌ Bu arada Moda Sahnesi’nden bahsetmişken sahnenin kurucularından ve aynı zamanda bu oyunun yönetmeni Kemal Aydoğan’dan bahsetmemek olmaz. Yönettiği diğer oyunlar gibi bu oyunu da sahneye başarılı bir şekilde aktardığını belirtmek istiyorum. “Ormanlardan Hemen Önceki Gece” oyununu onun rejisörlüğünde izlemek büyük bir keyifti, bambaşka bir seyir zevki yaşattı. Ankaralı olduğu için de kendisine ayrı bir sempatim var tabii. Barış Yurtsever de Ankara’da yetişmiş oyunculardanmış, sevindim.‌‌ Monologda geçen çok vurucu cümleler vardı ama oyunun en güzel yeri bence “Bir kadını gerçekten tanıyabilmek” temalı bölümdü.‌‌ Yabancı’nın birlikte yaşadığı topluma ne kadar uyum sağlamaya çalışırsa çalışsın bir türlü ait olamamasını tuvalet örneğiyle anlatması trajikomikti. Orta Doğu ve Balkanlarda yaşayan bireylerin bir Avrupa ülkesine gittiğinde ilk karşılaştığı zorluk bu kesinlikle. Oyunda Fidel Kılıç imzası taşıyan müzikler harikaydı. Özellikle aklımda Arapça olarak kalan ezgi, Bengi Günay’ın sahne tasarımıyla çok uyumlu olmuştu. Azıcık bir dekor bile ne kadar fazla şey anlatıyor insana. Ancak müziğin monoloğu yer yer bastırması pek memnun etmedi.‌‌ Hayatı boyunca kendine bir yer arayan, bir yere ait olmak isteyen, evi hatta küçücük bir odası olsun isteyen Yabancı’nın sisteme ait olamadığı için, sistemi düzeltmek adına sıraladığı fikirler güzeldi.‌‌ Ve aşk da vardı elbet… Kendini arayan, evini arayan Yabancı’nın bir kalpte kendini, evini bulması ya da bulmak istemesi vardı. Gökkuşağının bütün renkleriyle vardı aşk ama en çok kırmızıyla… Köprüleri yıkan, köprüleri birleştirendi aşk. Yabancı’nın ön yargılarla dolu dünyada kendini en çok kabul ettirmek istediğiydi aşk, en çok ait olmak istediği, evi olmak istediği, evi olsun istediği…‌‌‌‌ “Yabancı”nın hikâyesini anlattığı kişiye seslendiği şekilde bitirmek istiyorum yazımı: Seni sevdim birader! Uluslararası sendika fikrine çok saygı duyuyorum. Belki gerçek olur. Olmazsa da yağmurlu bir gecede ormanda buluşur, birlikte hayal kurarız.