Yeraltından Çıkıp Gelen Notlar

“Kolay elde edilmiş bir saadet mi, yoksa insanı yücelten ızdırap mı daha iyidir? Yeraltından Notlar…

Siz bu yazıyı okurken tiyatro sezonu açılmış ya da açılmak üzeredir, sahneler seyircileriyle buluşmak için son sürat hazırlanıyordur, belki de bazı oyunlar prömiyer yapmış bile olabilir. Hem tiyatro emekçileri hem de seyirciler için keyifli ve verimli bir sezon olmasını dileyerek, yazın ve Ağustos’un son günlerinde Ankara Yeni Sahne’de izlediğim Yeraltından Notlar” oyunundan bahsetmeye başlıyorum…

Bildiğiniz gibi “Yeraltından Notlar” Rus roman yazarı Fyodor Mihayloviç Dostoyevski tarafından kaleme alındı. Dostoyevski, bir mektubunda, bu eserin farklı ve yeni bir anlatım denediğini, “Müzikteki geçişleri bilirsin. Bu da tıpkı öyle olacak. Birinci bölümdeki gevezelikler, ikinci bölümde yerlerini ani bir katastrofa bırakacak.” şeklinde ifade ediyor. Katastrof TDK sözlük anlamıyla şu şekilde: yıkım, felaket, doğal afet.

Varoluşçuluk düşüncesinin temellerinin atıldığı eserde, karakterimiz yeraltında varlığını sürdürmektedir. Kırk yaşlarındaki bu adam daha çok yaşadığı dönemden ve çevresinden kaynaklı psikolojik buhrana sahiptir. Şekerli çayı ve insanları seviyordur. Onlarla anlaşamasa da zarar vermek düşüncesinde değildir. Kendisini “Hasta bir adam” olarak nitelendirir. Ona göre bilinçli olmak bir hastalığa sahip olmak demektir. Farkındalıklarından kurtulmak yani kendini tedavi etmek istemektedir. Yaşadığı çağda yani 19. yüzyılda olduğu gibi bilinçsiz ve düşüncesiz olarak devam ettiği takdirde diğerlerine uyum sağlayacaktır. Öfke doludur ve öfkesinin yegâne sebebi insanlar tarafından ötekileştirilmesidir. Tıpkı bir böcek gibi hissetmekte ve insanlardan olduğu kadar kendinden de iğrenmektedir. 

Bu tiksinti onu zaman geçtikçe yaşadığı çevreden, insanlardan koparmaya, yalnızlaştırmaya ve yerin altında yalnızca kendine ait olan o dünyaya itmektedir. Ona göre insan nankördür ve insanın nankörlüğü dayanılacak gibi değildir. İnsanların çıkarlarına göre hareket ettiğini ve bu durumdan hoşnutsuzluğunu da sık sık dile getirir oyun boyunca.

Karakterde en çok dikkatimi çeken durum, öfkesiydi. Evet, karakter öfkeliydi hikâyesini anlatırken. Kendisi edebiyattan, sanattan, bilimden yana olurken diğerleri şan, şöhret ve rütbe peşindeydi ona göre. Bu yüzden hepsine karşı büyük bir öfke besliyordu içinde. Elbette öfkesi en çok ona zarar veriyordu. Diğerlerinden daha zeki olduğunu belirten, bu yüzden kendini onlardan ayrı tutan karakter yaşadığı acı arttıkça içine kapanıyordu. İnsanlardan, en sevdiklerinden dahi uzaklaşıyor, kitaplarla dolu yeni bir dünya kuruyor. Kuruyor kurmasına da bu uzaklaşma içsel hesaplaşmalarının sonlanmasına, insanlara olan nefretinin soğumasına yol açmıyor elbette. “Yeraltı Adamı” hikâyesini anlatırken anlıyoruz hayatın ve insanların onda bıraktığı tahribatı. En güvendiklerinin ve sevdiği kadının dahi onu terk ettiğine ve bu yüzden çoğunlukla kendini suçladığına şahit oluyoruz.

O, kendisinin olumsuz bir karakter olduğunun farkındaydı ve bunu düzeltmek istese de eline geçen bütün fırsatları bir çırpıda aleyhine döndürüyordu. Bu da onu gittikçe öfkelendiriyordu.

Dedim ya bu karakterde ve bu hikâyede öne çıkan en önemli duygu öfke, ancak sahnede bu öfkeyi oyuncunun oradan oraya vurup, bağırıp çağırmadan yansıtması oldukça başarılıydı. Oynarken oradan oraya vurmadı, bağırıp çağırmadı dediysem de performansı, hem sahneyi kullanımı hem de hikâyeyi anlatış biçimi açısından dolu doluydu. Hikâyede yer alan diğer karakterleri de onun başarılı canlandırmasıyla izledik. Sahnede tek bir kostümle, tek kişilik performansla kocaman bir hikâye vardı. Hatta öyle ki bir ara oyuncunun alnının teri, gözyaşlarına karıştı.

“Yeraltı Adamı” başından geçenleri, şahit olduklarını anlatırken, bir geçmişi, ardında bırakmaya çalıştıklarını anlatıyordu. Bu geçmişi anlatırken öfkesiyle, hüznüyle, kaybettikleriyle yeniden yüzleşiyor ve bizleri hem kendi hikâyesiyle hem de kendimizle yüzleştiriyordu. Yaşanan katarsis beraberinde empati duygularını getirdi.

Adını bilmediğimiz ancak hayatının en önemli olaylarına onun ağzından şahit olduğumuz “Yeraltı Adamı” Tansel Aytekin tarafından canlandırılıyor. Daha önce performansını izlemiş, oldukça beğenmiş biri olarak beklentim büyüktü, yanılmadığım için mutluyum. Mutlaka yer aldığı en az bir oyunu izlemelisiniz.

Oyundaki etkili ve zaman zaman yoğun ışık kullanımı, yeraltında yazıldığını düşündüğümüz ve sahnede kullanılan dekorun da bir parçası olanüstünde notların yer aldığı büyük kâğıtlar seyir zevkini kuvvetlendirdi. Oyunun bir yerinde karakterin sesi dış ses olarak salona verildi. Bu da izlediğimiz oyunun etkisini arttıran bir etmendi. Yeraltındaki o adamın sıkışmışlığını iyi yansıttı.

Oyunu sahneye uyarlayan isim ise Cihan Uysal. Metin kısa olmasına karşın çok fazla olayı ve duyguyu içinde barındırıyor. Bunu sahneye yansıtmak bakımından kendisinin oldukça başarılı bir iş çıkardığını söyleyebilirim. Öncesinde metni okumamış biri için de izlenebilirliği olan bir oyun olmuş.

Daha önce Ankara Yeni Sahne’de oyun izlediniz mi bilmiyorum ancak sahnenin oyun sahnelemek için oldukça elverişli. Sahne Kızılay’da ve merkezi bir konumda bulunuyor. Sahneye girdiğimde fuaye alanını sevdim, dekorunu çok sıcak buldum. Sahnede yer alan koltukların üzerinde ise Türk tiyatrosunda duayen olarak kabul ettiğimiz isimler vardı, bu hoş bir ayrıntıydı. Bir diğer hoş ayrıntı da sahnenin koordinatörü olan Elif Tükenmez hanımefendinin gelip sahneyle ilgili görüş ve önerilerin iletilmesinden memnuniyet duyacağını söylemesiydi. Özel tiyatrolar aynı zamanda birer ticari işletmedir ve seyircinin fikirlerinin önemsenmesi gerekiyor.

“Ben hasta bir adamım… Zalim bir adamım ben. Albenisi olmayan biri… Sanırım karaciğerimden hastayım. Ama hastalığımla ilgili hiçbir bilgim yok, hatta ne hastası olduğumu bile bilmiyorum. Doktorlara ve tıbba saygım olsa da hiç hastaneye gitmedim, gitmeyi de düşünmüyorum. Koyu batıl inançları olan bir adamım, tıbba saygı duyacak kadar hem de (Aslında bu tarz şeylere inanmayacak kadar eğitimliyimdir ama inanıyorum işte). Yok efendim, inat değil mi, iyileşmek falan istemiyorum. Bunu anlamaya kalkmayın. Ne de olsa ben anlıyorum ya. Bu durumda hâlâ neden inat ettiğimi size izah edemiyorum: ama çok iyi biliyorum ki onlara tedavi olmamakla doktorların işlerini berbat etmiş olmam, bunu yapmak yalnızca bana zarar verir, başka kimseye değil. Tedavi olmayışım bilin ki hep inadımdan kaynaklanıyor. Ciğerim ağrıyormuş, varsın daha beter ağrısın.”

Gerçekten ciğer ağrıtan bir oyundu, izlemelisiniz…